2023 Seçimleri: Dokuz Not

1. Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı yanlıştı. Ve bu, popüler yaygaranın aksine, Aleviliği sebebiyle değil, Esadçılığı sebebiyle idi. Bütün elverişli şartlara rağmen, Türkiye halkı Esad destekçisi bir siyasetçinin cumhurbaşkanı olmasına izin vermedi. Bugün Türkiyeliler adına gururlu, Suriyeliler adına mutluyum.

2. Türkiyeliler adına gururluyum ama mutlu değilim. Kılıçdaroğlu’nun adaylıktaki ısrarı, maalesef Erdoğan’ın son yıllardaki akıl ve ahlak dışı ekonomi politikasının cezasız kalmasına sebep oldu. İki adayın da kaybettiği bir seçeneğimiz olsaydı keşke…

Olmadı ve şimdi Erdoğan’la 5 yıl daha devam edeceğiz. Fakat kazanmanın lütuf olduğu kadar da lanet olduğu bir seçimdi bu. Ekonomik olarak fakirleşmiş ve toplumsal olarak düşmanlaşmış bir millet var ortada. Said Nursi’nin yıllar önce altını çizdiği üç toplumsal belanın (cehalet, zaruret ve ihtilaf) en az ikisine sahibiz maalesef. Türkiye fakirliğin ve bölünmüşlüğün pençesinde patlamaya hazır bir bomba olarak var olmaya devam edemez. Erdoğan’ın üzerindeki tarihsel yük, Türkiye’yi bu ikili beladan ve bunların sebep olduğu beka sorunundan kurtarmaktır. Allah ona bariz yanlışlarda ısrar etmeyeceği kadar feraset ve bunu ona tavsiye edebilecek kadar ehil ve cesur kadrolar versin.

Kaybedenlere gelince;

3. Kılıçdaroğlu: Kovid-19’un yıkıcı etkileri, yüksek enflasyonun sebep olduğu fakirleşme ve Şubat ayındaki korkunç deprem felaketi sebebiyle Erdoğan karşısında doğal bir avantaja sahip olan muhalefetin tek yapması gereken, oylarına talip olduğu “küskün AKPli seçmen”e Kemalist bir bagaja ve Esadçı bir sicile sahip olmayan bir aday sunmaktı. Fakat Kılıçdaroğlu’nun ikbal hırsı buna engel oldu ve “Erdoğan karşıtı” muhalefet tarihin kendilerine altın tepside sunduğu iktidar fırsatını geri tepti. Toplumsal matematiğin tatsız gerçekliğinde, bu seçim aslında Erdoğan ile Akşener arasındaydı ve Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı tercih etti!

Fakat Kılıçdaroğlu’nun önünde hala Türk siyasetine yapabileceği önemli bir hizmet fırsatı bulunmaktadır. Ortadoğu, Kılıçdaroğlu’nun da talihsiz bir şekilde atıf yaptığı bir “bataklık” mıdır emin değilim; ama gerçekten de öyleyse, bunun bir sebebinin de başarısız siyasetçilerin özür dileyip istifa etmesi gereken yerlerde masa yumruklayıp racon kesmesi olduğundan eminim. En zayıf adaylardan biri olmasına rağmen kendisini bir oldubittiyle aday olarak empoze ederek bugün Erdoğan’ın hala Cumhurbaşkanı olmasının birincil sebebi olan Kılıçdaroğlu, bunun sorumluluğunu üstlenip Türk halkından özür dilemeli ve CHP başkanlığından istifa etmeli. Bu vesileyle de bizlere çoktandır unuttuğumuz “hatanın bir bedelinin olması gerektiği” ve “insana mahcubiyetin kibirden daha fazla yakıştığı” gerçeklerini esaslı bir örnekle hatırlatmalı. Belki bu şekilde, kazanarak hizmet edemediği Türk siyasetine kaybederek hizmet edecektir.

4. Akşener: 3 Mart’ta iktidardaki tek adamlığa olduğu kadar muhalefetteki tek adamlığa da karşı olduğunu gösteren Meral Akşener, feci bir “ehven-i şer” perspektifine saplanan Türk siyasetine yeni bir vizyon sunup İYİ Parti’ye (en azından) ana-muhalefet partisi olma yolunu açabilirdi. Ama önce cesur çıkışından geri adım atıp Kılıçdaroğlu’nun adaylığını onaylaması, ardından da Ordu’dan Antep’e rezil denebilecek aday tercihleri sebebiyle maalesef İYİ Parti seçimlerde başlarda beklenenin altında bir oy aldı ve kendini Türk siyasetinde bir yan aktör olmaya mahkûm etti. Tarih ve talih gerçekten de cesurdan yanaymış!

5. Davutoğlu: Davutoğlu’nun entelektüel ve siyasal geçmişiyle zıtlaşır bir şekilde, Kılıçdaroğlu bir taraftan Ortadoğu’ya ısrarla “bataklık” olarak atıf yaparken diğer taraftan da mülteci karşıtlığının dozunu sürekli arttırdı. Kılıçdaroğlu’nun bu iki tasarrufunun kendi yanlışlıkları bir tarafa, Davutoğlu’nun bu noktalarda Kılıçdaroğlu’nu düzeltme ya da ona şerh düşme gibi girişimlerde bulunmaması, Davutoğlu açısından hem ahlaki bir zaafa hem de siyasi bir zayıflığa işaret etti. Bu ise, bizzat kendisininKılıçdaroğlu’na farklı kesimlerin desteğini alabilmek ve o farklı kesimlere teminat verebilmek” olarak tanımladığı misyonuna gölge düşürdü ve Kılıçdaroğlu’nun muhtemel cumhurbaşkanlığında Davutoğlu’nun oynayabileceği dengeleyici role dair AKP tabanında az da olsa var olan ümitleri tamamen yok etti. Bunların üstüne, Davutoğlu deprem, yolsuzluk ve seçim hilesi gibi konularda da fırsatçı bir siyaseti takip ederek AKP tabanında büyük bir kredibilite erozyonu yaşadı. Böyle olunca da, hem AKP tabanından Kılıçdaroğlu’na gelebilecek desteğin azalmasına sebep olarak Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olmasını engelledi, hem de Erdoğan-sonrası Türk siyasetinde kendisinin pivot bir rol oynama ihtimalini ortadan kaldırdı. Daha genel olarak baktığımızda ise, Türkiye’nin demokrasi açığının en önemli ayaklarından biri olan ilkeli muhalefet eksikliğinin kapatılmasına yönelik Davutoğlu’na açılan kredi de fazla uzun sürmeden tükenmiş oldu.

6. FETÖ: Bu seçimin bariz kaybedenlerinden biri de elbette FETÖ (ya da daha doğru ifadesi ile “FETÖ siyaseti”) idi. 3 Mart’taki çıkışı sebebiyle önce Akşener’e karşı başlayan ve en son da Muharrem İnce’nin seçimden çekilmesine sebep olan şantaj siyaseti bu seçimde de çok şükür umduğunu elde edemedi. Seçim sonuçları gösterdi ki, İnce taraftarları liderlerine yapılan ahlaksız saldırıları sineye çekmedi ve bu saldırıları yapanların (ve bu süreçte sessiz kalanların) umduklarının aksine, Kılıçdaroğlu’na değil çoğunlukla Oğan’a ve Erdoğan’a oy verdi. Şantaj siyasetinin geri tepen bir silah olduğunu hala anlamamış muhalefetin hissesine ise, kendi topuğumuza sıkmanın milli sporumuz olduğunu bir defa daha bizlere göstermek düştü.

“Bu kararı almamızda seçim öncesi Meral Akşener’e yapılanların, seçim öncesi Muharrem İnce’ye yapılanların, seçim öncesi ve bugün bize yapılanların çok büyük etkisi vardır. Demokrasi bunlar için sadece laftan ibarettir. Bir linç kültürü geliştirmişler ve Fetövari usüllerle herkese dedikleri şu: Çekilin!” (Sinan Oğan, 27 Mayıs 2023)

7. Anket Şirketleri: Siyasallaşmayan hiçbir şeyin kalmadığı ülkemizde, anket şirketlerimiz de politik kamplaşmadan nasibini aldı maalesef. Seçimin hemen öncesinde yayınlanan anketlerin bulgularında bariz bir gruplaşma vardı. GENAR ve OPTIMAR gibi AKP-yanlısı şirketler Başkanlık seçimlerinde Erdoğan’ı önde gösterirken, KONDA ve METROPOLL gibi CHP-yanlısı şirketler Kılıçdaroğlu’nu önde gösteriyordu. İki grup arasındaki ayrışma temel olarak İYİ Parti ile MHP arasındaki oy farkına yönelik bulgularından kaynaklanıyordu. CHP-yanlısı şirketler İYİ Parti’nin oylarındaki düşüşü tespit edemedi (ya da daha kötüsü, etti ama politik kaygılarda ilan edemedi) ve İYİ Parti’nin hala MHP’den %3-5 puan önde olduğunu iddia etti. Gerçek sonuçlardan epey uzak olan bu yanılgı sebebiyle de, bu şirketlerin başkanlık seçimlerine yönelik bulgularında hata payının ötesinde bir yanılma oldu. İlginçtir, benzer bir durumu 1 Kasım 2015 seçimlerinde de yaşamıştık ve orda da KONDA en çok yanılan şirketlerden biri olmuştu. Görünen o ki, iktidar yarışının kızıştığı ve muhalefetin kazanma ihtimalinin yükseldiği seçimlerde, KONDA anketçilikten cihatçılığa geçiş yapıyor ve bu da bulgularında yanılma ihtimalini arttırıyor.

8. Kendine zekiler: Kaybettikleri tüm seçimlerin sonrasında yaptıkları gibi, muhalif kanadın “az okumuş ama çok bilmiş” bir kesimi bu seçim sonrasında da halkı cehalet ve ihanetle suçladı ve bu topraklarda zeki (!) olmanın lanetinden şikâyet etti. Kınanmak pahasına da olsa, artık lafı eğip bükmeden söylemek lazım bu zavallılara: Siz zeki falan değilsiniz. Hatta her seçim sürecinde oylarınızın çalındığına inanacak kadar aptal, KONDA’yı en güvenilir anket şirketi sanacak kadar da cahilsiniz. Evet, siz kibrinizi zekâyla karıştıran şaşkınlarsınız!

***

9. Bir son not olarak şunu söylemeliyim ki, seçimin kişisel olarak en değerli bulduğum sonuçlarından birisi Hüda-Par’ın mecliste dört milletvekilli ile temsil edilecek olmasıdır. Türk siyasetinin tüm diğer aktörlerinde olduğu gibi, elbette Hüda-Par’ın da hem geçmişinde övünç duyulmayacak yanlışları hem de bugünkü siyasi görüşünde tartışmalı pozisyonları vardır. Fakat Hüda-Par, Kürt haklarını şiddet kullanmadan savunarak Türkiye’nin, bölgedeki PKK diktasına karşı çıkarak da Kürt illerinin demokratikleşmesine hizmet edebilecek “demokratikleştirici” bir harekettir. Hal böyleyken, seçim kampanyası boyunca Millet İttifakı’nın bir bütün olarak Hüda-Par’ı şeytanlaştırması ve ona “domuz bağcı” gibi aşağılayıcı isimler takması son derece talihsizdi. Zira Meclis’teki hiçbir partinin geçmişi Hüda-Par’ınkinden daha temiz değildir. Unutulmamalı ki bu topraklarda soykırım olarak adlandırılmaya en yakın katliamlar 1937-38 yıllarında CHP iktidarında yaşanmıştır. Ama sırf bu sebeple bugünkü CHP milletvekillerine “soykırımcı” demek ne kadar yanlış ve ayıpsa, bugün meclisteki Hüda-Par milletvekillerine “domuz bağcı” demek de o kadar yanlış ve ayıptır.

Hüda-Par’ın Batman mitingi

2019 Yerel Seçimleri: Herkesin Kazandığı bir Seçim?

Toplumsal bölünme ve güvensizliğin hastalık derecesinde olması ve bununla ilgili olarak temel haklar konusunda toplumsal ve siyasi bir uzlaşının namevcudiyeti sebebiyle her seçimin bir “varlık meselesi”ne dönüştüğü Türkiye’de bir yerel seçimi daha geride bıraktık. İttifak siyasetinin damga vurduğu seçimlerde iktidarın Ankara ve İstanbul’u CHP’ye (ya da daha doğru ifadesiyle “muhalif bloğa”) kaybetmesi seçimlerin en dikkate değer ve en çok mana yüklenen sonucu oldu. Bu sonuç, içerde ve dışarda pek çok kişide “AKP’nin çöküşü”nün bir başlangıcı olarak bir yorumlandı. Halbuki, daha geniş bir perspektiften bakabildiğimizde, bu yerel seçimlerin AKP de dâhil olmak üzere hemen herkesin kazandığı bir seçim olduğunu görebiliriz.

AKP’yle başlarsak, İstanbul ve Ankara belediyelerinin kaybı elbette AKP için ciddi kayıplardır. Fakat bloklar bazında düşündüğümüzde, bu illerdeki rekabet son seçim ve referandumlarda zaten birbirlerine çok yakındı ve galibi 2-3 puanlık farklar belirliyordu. Bu seçimde AKP’nin bu iki ildeki kayıpları, kendi oylarındaki düşüşten ziyade muhalif kanattaki konsolidasyonun sebep olduğu kayıplardır. Zira AKP’nin genel oy oranında ne bu iki büyükşehirde ne de Türkiye genelinde ciddi bir düşme yaşandı. Türkiye genelinde her iki kişiden birinden oy alan ve en yakın rakibinden de yüzde 50 daha fazla oy alan AKP’nin Türkiye’nin hala açık ara birinci partisi olduğu bu seçimlerde de teyit edildi. Dolayısıyla AKP bu seçimlerde toplumdan net bir güvenoyu almıştır. İttifak siyasetinin ve 2-3 puanlık farkların damga vurduğu belediye başkanlığı seçimlerinden belediye meclis üyeliği seçimlerine geçiş yaptığımızda bu durum daha net bir şekilde görülmektedir. Aşağıdaki haritada da net bir şekilde görüldüğü üzere, Türkiye’nin siyasi haritası partiler bazında ciddi bir değişiklik göstermemiştir. Bu seçimlere ekonomik krizin de gölgesinde girdiğimizi dikkate aldığımızda, iktidar için bu durumun bir kayıptan ziyade kazanç olduğunu düşünmek çok da yanlış olmayacaktır. Kanaatimce bu durumu doğru değerlendirmek özellikle muhalefet için son derece hayatidir. Ankara ve İstanbul galibiyetleri sebebiyle yanlış bir “AKP’nin çöküşü” kanısına saplanmak, kendilerine dört sene sonra yeni bir seçim mağlubiyetinden başka bir şey getirmeyecektir.

Okumaya devam et

16 Nisan Referandumu ve Partilerin Oy Kayıpları

Sonuçları itibariyle Türkiye siyasetini köklü olarak değiştirecek bir referandumu geride bıraktık. Referandum sonucunun yorumunu başkalarına ve başka bir yazıya havale ederek, bu yazıda referandumun daha somut bir yönüne odaklanacağım. Referandumun önemli sonuçlarından biri de üç büyük partinin (AKP, MHP ve HDP) tabanlarındaki oy kayıpları idi. Oranları farklı olsa da, bu üç parti 1 Kasım’daki seçmenlerinin bir bölümünü referandumdaki kampanyalarına ikna edemedi. Partilerin oy kayıplarına yönelik mensuplar tarafından epey reddiye, rakipler tarafından da epey spekülasyon yapıldı. Hem partiler-arası oy geçişkenliğini bizatihi değerli bulduğum, hem de oy değişimlerinin pek çok siyasi sorunun cevabına ışık tuttuğuna inandığım için, bu yazımda üç partinin 16 Nisan referandumundaki oy kayıplarına yönelik yaptığım kişisel hesaplamalarımı paylaşacağım.

AKP

AKP+MHP bloğundaki kayıpların fazlalığı iki argümanın yaygınca yapılmasına izin verdi: 1) AKP’deki kayıplar çok  fazla 2) Bloktaki kayıpların kime ait olduğunu bilemeyiz. Fakat ben bu iki argümanın da yanlış olduğunu düşünüyorum. 16 Nisan referandumunda AKP’nin geleneksel tabanındaki kayıplar fazla olmadığı gibi, blok içindeki kayıpların kime ait olduğu tespit etmek de çok zor değil. Bu bloktaki kayıpların aidiyetini tespit etmek için iki farklı metot kullanılabilir. Basit ve birinci metot şudur: MHP’nin görece olarak çok düşük oy aldığı (dolayısıyla blok oylarının kahir ekseriyetinin AKP oylarından oluştuğu) ilçelere bakılır ve bu ilçelerdeki oy değişikliklerinden AKP oylarındaki değişim hakkında önemli ipuçları edinilir. Çıkarımın sağlıklı olması açısından, bu ilçelerin özellikle HDP ve Saadet gibi AKP ile oy alışverişi yapan partilerin düşük oy aldığı yerlerden seçilmesi önemlidir. Bartın Ulus, Bolu Gerede, Malatya Doğanyol, Rize merkez, Sinop Erfelek gibi ilçeler hem MHP’nin düşük (yüzde 6 ya da daha az) oy aldığı hem de HDP ve Saadet’in önemli bir varlık göstermediği ilçelerdir. Bu ilçelerde AKP’nin 1 Kasım seçimlerindeki oyu ile 16 Nisan referandumundaki Evet oylarını kıyasladığımızda hemen hepsinde ufak artışlar gözlemlemekteyiz. AKP+MHP bloğundaki kayıpların hepsinin AKP’den olduğunu varsaysak bile (açık renkli sütun), AKP oylarındaki kayıp yüzde 5’i geçmemektedir. MHP oylarındaki kaybı (aşağıda da hesaplayacağımız üzere) %50 şeklinde varsaydığımız daha gerçekçi bir hesaplamada ise (koyu renkli sütun), AKP oylarındaki kayıp yüzde 0-2 aralığına düşmektedir. Dolayısıyla, AKP+MHP bloğundaki oyların çoğunlukla AKP oylarından oluştuğu ilçelerdeki oy değişikliklerinin yüzeysel analizi, 16 Nisan referandumunda AKP tabanındaki kaybın azımsanabilecek bir küçüklükte (%0-2) olduğuna işaret etmektedir.Untitled

Okumaya devam et

Anket Şirketlerinin Seçim Performansları (2010-2014)

Yine bir seçim dönemindeyiz. Ve son yılardaki diğer seçim dönemlerinde olduğu gibi, yine seçimlere yönelik bir anket bombardımanı altındayız. Anket, çok değerli bir veri edinme yöntemi olmakla birlikte, aynı zamanda anketi gerçekleştiren kişinin/şirketin metodolojik hataları ya da ideolojik tarafgirliği sebebiyle pek çok zaman sağlıksız ve yanıltıcı veriler de üretebilen bir yöntemdir. (Bir örnek olarak, önceki bir yazımda ele aldığım şu ankete bakabilirsiniz). Seçimlerin hep bir “varoluş savaşı” atmosferinde geçtiği ülkemizde maalesef bu durum seçim anketlerinde de sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

Bu yazıda, 7 Haziran seçimlerine giderken geçtiğimiz iki hafta içinde yayınlanan belli başlı anket sonuçlarını değerlendirerek anket tahminlerinin malul olduğu yukarı bahsettiğim sorunu biraz hafifletmeye çalışacağım. Yazıda iki şeyi hedeflemekteyim. Birincisi, anket şirketlerinin geçmiş seçimlerdeki performanslarını ortaya koymak ve kıyaslamak. İkincisi, bu performansları dikkate alarak, 7 Haziran’daki seçime yönelik tahminler üzerinden en gerçekçi (ya da güvenilir) tahmine ulaşmak.

Şirketlerin en yakın seçim tahminlerinin genel bir görünümü ile başlayalım. Aşağıdaki grafik yedi araştırma şirketinin en yakın seçim tahminlerini ve bu tahminlerin ortalamalarını göstermektedir. AKP için yapılan tahminler yüzde 40,5 ile 47,5 arasında, CHP için yapılan tahminler yüzde 23,9 ile 28,7 arasında, MHP için yapılan tahminler yüzde 14,4 ile 18,1 arasında, HDP için yapılan tahminler de yüzde 8,1 ile 11,5 arasında değişmektedir. Bu tahminlerin ortalamaları da şöyledir:

AKP: 43.2, CHP: 26.3, MHP: 16.0, HDP: 9.9

Adsız

Yukarıdaki tahminler arasındaki farklılıklar anlaşılır bir şekilde bizleri “Hangisine güveneceğiz?” sorusuna götürmektedir. Elbette hiçbir anket şirketine mutlak olarak güvenemeyiz; ama anketlerinin geçmiş seçimlerdeki tahminlerinin başarı performansı bazı anket şirketlerini göreceli olarak daha güvenilir kılar. Aşağıda, öncelikle 2010-2014 yılları arasındaki üç seçimde altı anket şirketinin yaptığı tahminler ve bu tahminler ile gerçekleşen seçim sonuçları arasındaki toplam sapmalar sunulmaktadır. En sondaki grafikte ise, anket şirketlerinin bu üç seçimdeki tahminlerindeki ortalama sapmaları sunulmakta ve kıyaslanmaktadır.

Okumaya devam et

Doğu’nun Seçim Karnesi

2014 yerel seçimlerinin “Doğu cephesi”ndeki sonuçlarını ele alan doyurucu analizler yapılmadı değil. Kafa Radyo’nun ve Cuma Çiçek’in analizleri oldukça faydalı veri ve analizler içeriyor. Özellikle Kafa Radyo’nun benim de aşağıda kullanacağım bazı haritaları çok çok değerli. Bunlara ilaveten, El-Cezire’nin analizi de göz atmaya değer.

Fakat hem bu analizlerdeki hem de Türkiye geneli hakkında yapılan diğer analizlerdeki kıyaslarda önemli bir hata yapıldığını düşünüyorum. Herhangi bir partinin oylarının bir ilde ya da bölgede önceki seçimlere kıyasen artıp artmadığına yönelik analizler şu üç değişiklik dikkate alınmadan yapılmamalı:

  1. Yeni büyükşehir olma durumu. (Mesela Van ve Mardin)
  2. Yeni büyükşehir yasası sonucu değişen büyükşehir sınırları ve buna bağlı olarak artan seçmen sayısı. (Mesela Antalya ve Diyarbakır)
  3. 2009 sonrası artan kutuplaş(tır)ma sonucunda “diğer” seçeneklerindeki azalmanın etkisiyle pek çok ilde efektif olarak iki-partili seçime doğru kayış.

diğer

“Diğer” oylarındaki tarihsel düşüş (Kaynak: KONDA, 2014)

Bu üç sebepten dolayı, örneğin yeni büyükşehir olan Van ve Mardin’deki, ya da yasadaki değişiklik sonucu belediye başkanı seçimlerindeki seçmen sayısı iki katına çıkan Diyarbakır’daki, ya da AKP-BDP dışı partilere verilen oyların seçim atmosferindeki değişim sonucu yüzde 15-20 oranında azaldığı Bitlis ve Muş’taki 2014 sonuçlarını 2009 sonuçlarıyla kıyaslamak son derece yanıltıcıdır. Bu yüzden, genel trendleri okumanın dışında, il bazında kıyaslamalar yapmayı ve bu kıyaslamalardan büyük yorumlar çıkarmayı çok sağlıklı bulmuyorum. Bölge içinde en sorunsuz gördüğüm kıyas, büyükşehirler için 2011 genel seçimleri ile 2014 yerel seçimlerinin kıyası olduğunu düşünüyorum. Aşağıdaki ikinci maddede de bu kıyası kullanıyorum.

Tüm bunları dikkate aldıktan sonra, bölgedeki sonuçlardan aşağıdaki çıkarımları yapmanın yanlış olmayacağını düşünüyorum. Okumaya devam et

Bir yerel seçimin öğrettikleri

Başkalarının günahları sizi aziz yapmaz.” (A. Çehov)

seçim 2014

1. Üç aylık bir toplumsal gerilimin ve bürokratik iç savaşın sonunda girdiğimiz yerel seçimlerden AKP büyük bir zaferle çıktı. Aslında, Türkiye’nin en saygın araştırma kuruluşu olan KONDA geçen hafta “açıklamıştı” zaten genel sonuçları. İl bazında epey sürpriz var. Ama sosyoloji ve istatistikle sorunu olmayanlar için, genel oy oranlarında sürpriz yok.

2. Bu vesileyle SONAR’ın tarafsız bir ‘araştırma’ kuruluşu olmadığı da netleşmiş oldu. Neredeyse bütün araştırma kuruluşlarının yakın bir şekilde tahmin ettiği 2011 seçimlerinde elde ettiği talihli payeyi, 2014 seçimlerinde en fazla yanılan kurum olarak büyük oranda yitirdi SONAR. (Partizanlığı sebebiyle ben dikkate almıyordum zaten SONAR’ı).

3. Kendi pozisyonlarının ne kadar “daha kötü” olduklarından bihaber bir şekilde, seçim stratejilerini ısrarla AKP’nin “kötülüğü” üzerine inşa edenler yine kaybetti. (Beni dinlemeyeceklerini biliyorum; ama bari Özdil’e kulak versinler artık). Geleneksel AKP seçmeni, tüm sorunlarına rağmen, kendi partilerinin onlara “hala” daha iyi bir gelecek vaat ettiğine inandı.

4. Şubat ayında yüzde 41-43 bandında seyreden AKP oyları, Mart ayındaki ‘tape’ler sonrasında yüzde 44-46 bandına çıktı. Şüphesiz ki bunda akledenler için nice hikmetler vardır!

5. AKP’nin bu seçimlerde aldığı muazzam oy oranına yakın bir yerel seçim oy oranını sadece 1960’larda Adalet Partisi almıştı. Ne ilginçtir ki, 1960’larda da -bugünküne benzer bir şekilde- AP’yi sürükleyen iki rüzgâr vardı: darbe-karşıtlığı ve ekonomik kalkınma. Şüphesiz ki bunda da düşünenler için pek çok hikmet vardır. Okumaya devam et

Yolsuzluk ve Seçimler

17 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında yaşadığımız çalkantılı günlerde en çok merak edilen konulardan biri de yolsuzluk iddialarının önümüzdeki seçimlerde AKP’nin oy oranlarını nasıl etkileyeceği. İlk bakışta, dinen ve kanunen yasak olan yolsuzluğa bulaşan siyasetçilerin bunun bedelini seçimlerde ödeyeceği akla yatkın bir önerme olarak duruyor. Fakat yolsuzlukların Türkiye’deki seçimler üzerinde büyük etki yapmasını engellediğini düşündüğüm bir genel bir de özel sebep var.   

Yolsuzluğun seçimlerde AKP oylarında büyük bir düşüşe sebep olmayacağını düşünmemin Türkiye’ye özel sebebi Türk toplumundaki aşırı siyasal kutuplaşma ve bunun sonucunda azalan partiler arası oy geçişkenliğidir. Türkiye dünyanın en kutuplaşmış ülkelerinden birisi ve maalesef AKP döneminde bu kutuplaşma daha da derinleşti. Önce Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde, daha sonra da Gezi Parkı sürecinde Başbakan Erdoğan Türk siyasetini “iyilerle kötülerin mücadelesi” olarak yansıttı ve yıllar içinde AKP tabanı büyük oranda bu algıyı benimsedi. Muhalif parti ve hareketleri neredeyse “mutlak kötü” olarak algılayan AKP tabanında yolsuzluklar AKP’yi “daha az iyi” yapabilir; ama AKP diğer “kötü” alternatiflere kıyasen halen “iyi” olarak görüldüğünden desteklenmeye devam edilecektir. Bir merkez sağ alternatifinin yokluğunda, günümüz konjonktüründe ortalama bir AKP seçmeninin yolsuzluk iddia ve suçlamalarından dolayı CHP ya da MHP’ye oy verme ihtimali oldukça düşüktür. (Aynı şey diğer parti tabanları için de geçerlidir. 2011’deki kaset kumpası MHP oylarında ciddi bir düşüşe sebep olmamıştı mesela).

Metropoll’ün Aralık ve Ocak aylarında yaptığı anketler, yukarıdaki beklentiyle uyumlu olarak, AKP tabanının partilerine ve Başbakan Erdoğan’a verdikleri destekte büyük bir düşüş olmadığını göstermektedir. Okumaya devam et

Yüzde 10 Barajı ve Geçersiz Savunmalar

Yüzde 10 barajıyla girdiğimiz bir seçimi daha tamamladık. Ama barajı tartışmaya uzun bir müddet daha devam edeceğiz sanırım…

Yüzde 10 seçim barajının yanlışlığını ve demokrasiyle uyumsuzluğunu görmek çok zor değil aslında. Öncelikle Türkiye dışında hiçbir demokraside yüzde 5’in üstünde bir seçim barajı yok. İstatistikî ifadesiyle Türkiye bariz bir “outlier” (sapma). Ya dünyanın geri kalanı bir yerde yanılıyor ya da biz. (İngiltere’de ters şeritte araba kullanırken radyodan yapılan “Bir araba ters şeritte gidiyor” anonsuna “Ne pirisu, hepisu hepisu” diye cevap veren Temel’in durumundayız bir nevi.) Ne ilginçtir ki Egemen Bağış 12 Eylül referandumu sonrasında “artık Türkiye’nin özel şartları kalmayacak” demişti. Fakat bir tek Türkiye’de var olan yüzde 10 seçim barajı hala özel şartlarımıza vurgu yapılarak meşrulaştırılan bir baraj. İkinci olarak, Avrupa Konseyi gelişmiş demokrasilerde seçim barajının yüzde 3’ü geçmemesi gerektiği görüşünde. Nerdeyse son 20 yıldaki tüm reformlarda referans noktamız olan Avrupa’ya bu konuda bakmak istemeyen bir siyasi irademiz var nedense. En son Avrupa Konseyi Parlementer Meclisi’nde kendisine bu konuda bir soru soran Avrupalıyı da “Size soracak değiliz!” diyerek fırçalamıştı zaten Başbakanımız. Ve üçüncüsü, Okumaya devam et

Seçimler, Sonuçlar ve Yanıltıcı Yorumlar -II-

3.  Seçim sonrasında en çok duyduğumuz yorum türlerinden biri de BDP oylarını azımsayan yorumlardı: “BDP’nin oyları artmadı.” “BDP Kürtleri temsil etmiyor.” “BDP Türkiye’nin Kürt nüfusunun ancak üçte birinin desteğini alabiliyor.” vs vs… Hâlbuki bu ifadelerin hepsi yanlış.

Gazetecisinden akademisyenine pek çok kişinin tekrarladığı “BDP Türkiye Kürtlerinin ‘dörtte ya da üçte birini’ temsil ediyor” ifadesi gerçeği yansıtmıyor. Çünkü BDP’nin temsil oranı hakkındaki tüm bu “küçültücü” yorumlar Türkiye’deki Kürt nüfusun demografik özelliklerini hesaba katmadan yapılıyor ve bu yüzden de gerçeği yansıtmıyor. Kısaca şöyle izah edeyim: Akademik (mesela İbrahim Sirkeci ve KONDA) ve istihbari (CIA) tahminlere göre, Türkiye’de Kürt nüfusu % 18 civarında (13.200.000). Fakat Kürtlerin “yetişkin” (18 yaş ve üstündekiler) Türkiye nüfusu içindeki oranı ise % 13,5 (6.800.000).  Bu iki oran arasındaki farkın temel sebebi ise Okumaya devam et

Seçimler, Sonuçlar ve Yanıltıcı Yorumlar -I-

  1. Seçimlerin ardından yapılan en yaygın –ama belki de aynı zamanda en yanlış- analiz türü seçim sonuçlarından “seçmen mesajları” çıkarmaktır. Seçmenin adeta âlim-i mutlak ve hakîm-i mutlak kabul edildiği bu analizlerde bol bol şu tür tumturaklı ifadeler bulunur: “Seçmen hükümete şunu dedi”, “seçmen demokrasi istedi”, “seçmen anayasayı onayladı”, “seçmen şiddete hayır dedi”… Hâlbuki bu tür çıkarımlar yapmak tamamen nafile bir gayrettir; çünkü seçmenin oy tercihinden doğrudan onun neye evet dediğini çıkaramayız. Bunun da iki önemli sebebi vardır. Birincisi, halkın önemli bir kesimi oyunu gönülden desteklediği partiye değil, ehven-i şer (kötünün iyisi) olarak gördüğü partiye verir. İkincisi, Okumaya devam et