Araplar Erdoğan’ı Neden Seviyor? Stuart Mill’den bir Düzeltme

Başbakan Erdoğan (ve onun şahsı üzerinden Türkiye), Arap dünyasında bugün -Osmanlı halifelerini bile kıskandıracak derecede- bir popülariteye ve muhabbete sahip.  Arap dünyasında 19. yüzyıldaki “müstebit Türk” ve 20. yüzyıldaki “gavur Türk” imajlarının yerlerini “makbul Türk”e bırakması tarihin normalleşmesi ve “kardeşlerin” barışması açılarından son derece sevindirici bir gelişme. Ama ben bugün Arap/İslam dünyasında Başbakan Erdoğan’a duyulan muhabbetin Türkiye’de objektif değil ideolojik bir şekilde ele alındığını düşünüyorum. Türkiye’deki yaygın kanı Arapların Başbakan Erdoğan’ı demokratik, Müslüman, çoğulcu ve kalkınmacı olduğu için sevdiği yönünde. Mesela, Başbakan’ın danışmanlarından İbrahim Kalın’a göre, “Recep Tayyip Erdoğan, devrime ve halkın iradesine inanmış Arap halkları için, Weberyan manada bir “ideal tipi”, arkasından yürümek istedikleri lideri temsil ediyor: Sivil, demokratik, Müslüman, karizmatik, kararlı ve adaletle yöneten bir lider”. Profesör İhsan Dağı da benzer bir düşünceye sahip: “Erdoğan, demokrasiyi, milli iradeyi temsil ediyor; otokrat yönetimlere direnmeyi, ekonomik kalkınmadan ve refahtan pay istemeyi temsil ediyor. İslam’ın demokrasiyle, küreselleşmeyle, zenginleşmeyle çelişmediğini ifade ediyor”. Fakat Türkiye’de yaygın kabul gören “Araplar Erdoğan’ı İslam, demokrasi ve ekonomik refahı temsil ettiği için seviyor” görüşü maalesef ampirik destekten yoksun bir yaklaşım; bu yüzden de bir veri olmaktan çok bir “temenni”. Bu yaklaşımın -şimdilik- gerçekliği olmayan bir “temenni” olduğunu görebilmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor sanırım.

İngiliz düşünür John Stuart Mill (1806-1873), devrinin tüm bilim adamı ve felsefecileri gibi çok tarakta bezi olan bir düşünürdü. Siyaset felsefesi ve ekonomik teori dışında,  bilimsel metot konusunda yazdıkları da bu alanda hala okunan temel metinler arasındadır. Mill, olgular/kavramlar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ortaya çıkarmanın iki temel yönteminden bahsetmiştir: uyum metodu (method of agreement) ve farklılık metodu (method of difference). Bunlardan birincisi (uyum metodu) ortak bir sonucun görüldüğü farklı durumlarda bu sonucun sebebinin ancak ve ancak tüm durumlarda var olan ortak bir faktör olabileceğini söyler. Örneğin yemeğe giden iki kişiden biri balık ve salata diğeri de çorba ve salata yemişse ve her iki kişi de gece mide ağrısı çekmişse, mide ağrısının sebebi çorba ya da balık değil salatadır.

Tabii ki sosyal bilimlerde sebep-sonuç ilişkisi bu örnekteki kadar basit değildir ve Mill’in uyum metodunun tek başına kullanılması bazen yanıltıcı olabilir. Bu çekinceleri bir tarafa bırakarak, Mill’in uyum metodundan hareketle Arap dünyasında Erdoğan’a duyulan muhabbetin kökenine inmeye çalışalım. Maryland Üniversitesi ve Zogby Araştırma Kuruluşu’nun ortaklaşa olarak üç yıldır yaptığı Arap kamuoyu yoklaması (Arab Public Opinion) anketlerinde sorulan sorulardan biri Arapların hangi dünya liderlerine muhabbet besledikleri hakkındaydı. “Kendi ülkeniz dışındaki dünya liderlerinden hangisine en çok imreniyorsunuz?” sorusuna verilen cevaplara göre Arap dünyasında en popüler üç lider şunlardı:

2008 yılında: Hasan Nasrallah, Beşar Esad ve Mahmud Ahmedinejad

2009 yılında: Hugo Chavez, Beşar Esad ve Üsame bin Ladin

2010 yılında: Recep T. Erdoğan, Hugo Chavez ve Mahmud Ahmedinejad

Şimdi sorumuz şu: Hasan Nasrallah, Beşar Esad, Mahmud Ahmedinejad, Üsame bin Ladin, Hugo Chavez ve Tayyip Erdoğan’ın paylaştıkları ortak özellik nedir? Demokratlık mı, kalkınmacılık mı, özgürlükçülük mü, Müslümanlık mı…? Tabii ki bunların hiçbiri değil, bu liderlerin tek ortak özelliği son zamanlarda yüksek sesle dillendirdikleri “İsrail eleştirileri” (ya da İsrail düşmanlığı). Türkiye 2009 öncesinde de -Arap ülkelerine kıyasla- “demokrat ve müreffeh” idi ama Arapların Başbakan Erdoğan’a yönelik muhabbetleri ancak 2009 Davos’u sonrasında gözle görülür bir şekilde arttı. Ve bugün Başbakan Erdoğan’ı havaalanlarında “padişah” gibi karşılayan Araplar, 2009 Ocak’ındaki Gazze saldırısı sonrasında İsrail’i sert bir şekilde eleştirerek İsrail büyükelçisini geri çağıran Venezüella Başkanı Chavez’e de benzer bir muamelede bulunuyordu.

Yukarıdaki tablo Arapların “yabancılar”a yönelik sevgilerinde “İsrail düşmanlığı”nın belirleyici etkisini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Arapların Başbakan Erdoğan’a yönelik sevgilerini özgürlük/demokrasi gibi ideallere bağlamaya çalışan “temenni-merkezli” yorumlardaki temel yanılgı, genelde insanların özelde de Arapların sevgilerinin çıkar değil “erdem”e dayalı olduğunu düşünmektir. Hâlbuki insanların sevgi ve değerlendirmelerini ilkeler ve faziletler değil çıkarlar ve kimlikler belirler genelde. Chavez’lerin, Esad’ların, Ahmedinejad’ların Arap dünyasında en çok sevilen liderler olmaları boşuna değil. Hamas ve Hizbullah’ın Suriye’deki ayaklanmalara karşı müstebit Esad rejimine desteklerini yollaması da bu yüzden. Ya da Mısır’daki ayaklanmaları ve Libya’ya yönelik müdahaleyi sonuna kadar destekleyen meşhur İslam âlimi Yusuf Kardavi’nin Bahreyn’de Şiilerin ayaklanmalarını Sünni dünyanın desteğini hak etmeyen “mezhepçi ayaklanmalar” olarak nitelendirmesi de… İşte bu yüzden, Arap halklarının Türkiye’ye ve Başbakan Erdoğan’a muhabbet duymaları “güzel” bir şey olabilir; ama bu muhabbet başlı başına Türkiye’nin yaptığı işlerin güzel şeyler olduğunu göstermez.

***

Hem Türk hem de Arap ulus-devletlerinin beslendiği suni Türk-Arap nefretini bertaraf etmenin vakti geldi de geçiyor. Türkiye’nin Arap ülkelerle ilişkilerini tamir etmesi ve Müslüman dünyasında yeniden makbul bir aktör olarak yer alması hepimizi memnun eden bir gelişme. Ama tarih Türkiye’nin önüne ilginç bir yol ayrımı sunuyor. Türkiye ya Esad’ların, Saddam’ların, Ahmedinejad’ların gittiği kolay yolu tercih edecek ve İsrail’in yanlışları üzerinden Arap dünyasındaki pozisyonunu tahkim etmeye çalışacak ya da zor ama doğru olan yolu seçip Medeniyetler İttifakı Projesi’nin eş başkanı olarak Batı’da oynadığı rolü Doğu’da da oynayacak ve Arap dünyasındaki pozisyonunu demokrasi, barış ve özgürlük gibi ilkeler üzerine inşa edecek. İkinci yol zordur; çünkü Kahire’de “laiklik dersi” vermeden önce, Türkiye’yi gerçekten laik bir ülke haline getirmeyi gerektirir; çünkü hak arayışındaki Kürt siyasetindeki anti-demokratik yapılanmayı eleştirdiğimiz kadar, hak arayışındaki Filistin siyasetinin baskıcı uygulamalarını da eleştirmeyi gerektirir; çünkü İsrail’i mahkemelere çıkarmadan önce, kendi uluslararası sorunlarımızı Lahey’deki hâkimlerin önüne getirebilme cesaret ve samimiyetine sahip olmayı gerektirir; çünkü Filistinlerinin self-determinasyon haklarına duyduğumuz saygının en azından yarısını Batı Sahralıların ya da Irak Kürtlerinin self-determinasyon haklarına da duymayı gerektirir… Evet, bu yol zordur, ama bugün İslam dünyasında Başbakan Erdoğan’a ve onun şahsı üzerinden Türkiye’ye duyulan muhabbeti kalıcılaştırmanın yolu zannımca bu yoldur. Çünkü dün Esad’ı ve Chavez’i seven bir kişi bugün Erdoğan’ı seviyorsa, kendimizi kandırmayalım, o kişi ya Mevlana’dır ya da İsrail düşmanı. Düşmanlıklar üzerine bina edilen sevgilerin ise ne samimi ne de kalıcı olabileceğini sanmıyorum. Zira bir alimin dediği gibi, “adavet (düşmanlık) hakikiyle bir kalpte bulunsa, o vakit muhabbet (sevgi) mecazî olur”.

1 comments on “Araplar Erdoğan’ı Neden Seviyor? Stuart Mill’den bir Düzeltme

Yorum bırakın