Hayırlı bir vaka olarak AKP-Cemaat çatışması

2011 seçimleri sonrasında hız kazanan ve dershane tartışmasıyla alevlenen AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ihtilaf, Emniyet ve yargının dün gerçekleştirdiği yolsuzluk operasyonlarıyla geri dönüşü olmayan açık bir çatışmaya döndü. Tarafların içindeki büyükler ve insaflı kanaat önderleri “fitneden uzak durun” ihtarı yapadursun, ya da çıkarsız ama naif demokratlar ancak kısmi bir doğrululuğu olan “bu savaşın galibi yok” savında ısrar ededursun, ben Akyol ve Bilici’ye katılıyorum ve AKP ile Cemaat arasındaki mevcut çatışmayı Türkiye’nin demokratikleşmesi ve normalleşmesi açısından gerekli ve hayırlı bir vaka olarak görüyorum. Elbette çatışmanın topyekûn bir savaşa dönmesini istemem. Ama “post-Kemalist” Türkiye’nin yönetimi üzerine muhafazakârlar arasındaki bu çatışmanın geldiği mevcut düzey, “hayırsız” bir vaka değildir ve kanaatimce Türkiye’nin demokratikleşmesine uzun vadede çok hayırlı etkileri olacaktır.

Bu hayırlı sonuçların birinci ve en önemlisi, bu çatışmanın Türkiye’deki çoğunlukçu siyaset mekanizmasının altyapısını oluşturan muhafazakâr koalisyonu bozarak Türkiye’nin demokratikleşmesindeki üçüncü aşama olan insan hakları ve azınlık hakları konularındaki ilerlemesini daha mümkün hale getirmesidir. AKP-Cemaat koalisyonunun güçlü olduğu ve demokrasinin “Ergenekon karşıtlığına” indirgendiği yıllar, maalesef Kemalist, solcu, Kürt ve Alevi kesimlerin hakları açısından çok da parlak olmayan yıllardır. Çatışma sürecinde AKP’nin BDP ile, Cemaat’in de CHP ile yakınlaşması, bu yüzden Türkiye için hayırlı bir gelişmedir. Bu gelişme, uzun vadede, hem Türkiye’deki geleneksel kutuplaşmaların flulaşmasına hem de azınlık haklarının tanınmasına katkı sağlayacaktır.

İkinci olarak, bugünkü çatışma, kurumlara ve ilkelere yatırım yapmadan kişilere ve gruplara yatırım yapmanın doğal bir sonucudur ve bu çatışma Türkiye’deki dindar kesimlere kurumların ve ilkelerin önemini yeniden hatırlatacaktır. İlginç bir şekilde, AKP tabanı Cemaat hakkında, Cemaat mensupları da AKP hakkında “güvendiğimiz dağlara kar yağdı” şeklinde öfkeyle karışık bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. Bizzat yaratıcısı tarafından “zalim ve cahil” olarak tanımlanan “insan”lardan oluşmuş topluluklara yönelik bu naif güven, kaçınılmaz olarak bir hayal kırıklığı ve çatışma yaratacaktı. Tarih ve psikoloji bilimleri kontrolsüz büyüyen dağların yanardağa dönüşme örnekleriyle doluyken, muhafazakârların “Ergenekon’la mücadele aşkına” birbirlerini kontrolsüz dağlara çevirmesi yanlış ve tehlikeli bir politika idi. Mevcut çatışma, muhafazakârlara demokraside dağlara değil kurumlara güvenilmesi gerektiğini biraz da acı bir şekilde öğretmektedir.

Öyle görünüyor ki, bu çatışma, muhafazakâr grupların sadece “karşıdaki dağlara” değil, aynı zamanda kendi dağlarına olan güvenlerini de sarsacak. Ki ben bunun da demokratikleşme açısından çok değerli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki muhafazakâr gruplar, maalesef dünyaya katı bir iyi-kötü penceresinden bakmaktadırlar. Kendilerinden olanların “iyi” geri kalan herkesinse “kötü” ya da “şüpheli” görüldüğü bu bakış açısı sebebiyle de, bu grupların nazarında Türkiye’nin sorunlarının çözümü kendilerinden olan “iyi” insanların devlet yönetimine hâkim olmasıyla gerçekleşecektir. AKP danışmanlarının söylemlerinde ya da STV dizilerinin “karanlık kurullar”ında açıkça görülen bu bakış açısı, muhafazakâr insanların demokratik ve çoğulcu bir zihniyete kavuşmasını engellemektedir. İşte bu yüzden, mevcut çatışmanın taraflarının şu ana kadar gizlenen sorunlu eylemlerinin bir kısmının açığa çıkmış ve çıkacak olması çok önemlidir. Mensup oldukları grupların da yolsuzluk, kayırmacılık, çıkarcılık ve sahtecilik ile malul olduklarını gören muhafazakâr insanlar, Türkiye’nin sorunlarının kendi gruplarından olan insanların devlete hakim olmasıyla değil, ancak meritokratik, şeffaf ve güçlü kurumlarla çözüleceğini anlayacaklardır.

Demokratik kurumlar ve ilkeler, işimize gelince binip istediğimiz yere varınca ineceğimiz araçlar değildir. Tam da bu yüzden, bugünkü çatışmada tarafların kullandığı “milli irade”, “şantajla mücadele”, “basın özgürlüğü” ve “yargı bağımsızlığı” gibi kavramlar, maalesef Türk siyasetinde temizliklerini ve kullanışlılıklarını kaybetmiş kavramlardır. MHPli siyasetçilere kurulan kaset kumpaslarını ahlaksız bir fırsatçılıkla kullanan AKPli siyasetçilerin bugün kendilerine yönelik operasyonlardan şikâyet etmeye ne kadar hakları vardır? Ya da Türkiye’yi dünyada en fazla gazeteciyi hapseden ülke payesine erdiren operasyonları çekincesizce savunan Cemaat mensuplarının bugünkü basın özgürlüğü cihadını ciddiyetle dinleyen kaç aydın vardır? Bu çatışma, temiz ile kirlinin çatışması değildir; ama umulur ki “demokrasi yolunda” kirlenen tarafların temizlenmesine hizmet eder.

5 comments on “Hayırlı bir vaka olarak AKP-Cemaat çatışması

  1. Birşeyler yazacağım. Ama özellikle “emniyet ve yargı tarafından yapılan” betimlemeniz ilginç geldi. 🙂 O zaman 3 sorulu:

    1. Bu eğer arabulucular tarafından yatışırsa muhasebe ne olur veya
    2. Yıkıcı bir çatışma olursa muhasebe ne olur ya da
    3. Sandığınız gibi üçünce aşama teğet geçilirse muhasebe ne olur?

    Siz 4., 5. de ekleyebilirsiniz. Sonuçta burası Turkey. Ne dersiniz? 🙂

      • Bunu öngörebilir misiniz peki? 🙂 Seçimlerde seçmenler risk satın alırlar mı? Başka deyişle Adalet ve Kalkınma P’nin oylarındaki ibre ne yönde oynar?

        • Bunu birlikte göreceğiz. Belediye seçimlerinde 1-2 ilde sonuçlar değişebilir. Büyük bir fark olacağını düşünmüyorum. Bu süreçte AKP tabanı yeterince konsolide idi. 2015’e yönelik konuşmak içinse çok erken bence.

  2. Dijan,
    17 Aralık sonrasında toplumsal ayrışmalar toplamda azalmamış olabilir (hatta yeni fay hatları da ortaya çıkmış olabilir), ama geleneksel kutuplaşma hatları epey flulaştı. Son iki yılda AKP de CHP de Cemaat de eski ‘düşmanlarının’ bir çoğuyla siyasi ittifak girişimleri yaptı. Bu ittifakları siyaseten doğru bulup bulmamak başka mesele, ama ben bu ittifak çeşitliliğini ve değişkenliğini çok hayırlı buluyorum.
    Türkiye’de 2015 yılında keskinleşen Alevi-Sünni ve AKP-PKK sertleşmesinde ise kanaatimce asıl belirleyici etken Suriye iç çatışması oldu. Suriye’nin negatif etkisi, 17 Aralık’ın bazı olumlu etkilerini de aşan bir kuvvetteydi.
    Tahir Elçi’nin ölümünde birinci sorumluluk şiddette ısrar eden ve savaşı şehir merkezlerine taşıyan PKK’nındır. Ama hükümet de yanlış siyasetiyle bu cinayete imkan tanıdı bence. Twitter’da not düşmüştüm bu eleştirimi. Mahçupyan’ın bu konudaki daha kapsamlı eleştirisine de katılıyorum.

Yorum bırakın