Türkler neden otoriterliğe rıza gösteriyor?

2011 yılından bu yana, özellikle de 17 Aralık sonrasında, Türk siyasetinde tartışılan ana konulardan birisi artan siyasi “otoriterleşme” olmuştur. Fakat ilginçtir ki, ne somut otoriterleşme göstergeleri ne de iktidarın (özellikle de Erdoğan’ın) otoriterleştiğine yönelik yapılan sert eleştiriler, AKP tabanında bu otoriterleşmeye yönelik ciddi bir itiraz doğurmuştur. Bu durum ise pek çok Türk entelektüeli şu soruya götürmüştür: “Türk toplumu (özellikle de AKP seçmeni) niçin artan otoriterlik karşısında sesini çıkarmamaktadır?” Bu soru çok önemli olmakla birlikte, maalesef soruya verilen cevapların çoğu AKP-seçmeni özeline indirgenmiş ve siyasi tarafgirlikle malul cevaplar olmuştur. (Cemil Meriç’in bu noktadaki seksist ve insafsız tespitine yapılan atıflar da maalesef bu süreçte oldukça sıklaşmıştır). Bu yazıda, hem yukarıdaki soruya kendimce daha önemli gördüğüm bir “kök sebep” üzerinden cevap vermeye hem de otoriterleşmenin kitlesel kabulünün AKP seçmenine özel bir durum olmadığını göstermeye çalışacağım.

Maalesef Türkler, toplumsal güven konusunda dünyanın en alt basamaklarında bulunmaktadır. Ve bu, sübjektif bir değerlendirme değil, güvenilir anketlerin ve akademik çalışmaların ortaya koyduğu hazin bir gerçektir. Örneğin, dünyanın en saygın anket veritabanlarından biri olan  Dünya Değerleri Anketi‘nin (World Values Survey) beşinci (2007) sürümündeki anket sonuçlarına göre, araştırmanın yapıldığı 57 ülke arasında genel toplumsal güvenin (generalized trust) en düşük olduğu ikinci ülke Türkiye’dir. Ankette yer alan “Sizce genelde insanların çoğunluğuna güvenilebilir mi? Yoksa başkalarıyla bir ilişki kurarken veya iş yaparken çok dikkatli olmak mı gerekir?” sorusuna “insanların çoğunluğuna güvenilebilir” cevabı verenlerin oranı dünya genelinde ortalama % 25,1 iken Türkiye’de ise sadece % 4,8’dir. Bu oran Trinidad ve Tobago’dakinden  (% 3,8) sonra en düşük orandır. Türkiye’ye yakın diğer ülkeler ise Ruanda (% 4,8), Peru (% 6,2) ve Gana (% 8,5)’dır. Türklerin toplumsal güven seviyesinin daha dün diyebileceğimiz bir zamanda korkunç boyutta bir soykırım yaşamış Ruandalılar ile aynı olması, içinde bulunduğumuz zihni durumun patolojik halini ortaya koymaktadır.

Toplumsal güvensizlik maalesef pek çok siyasal sorunu da üretmekte ya da beslemektedir. Toplumsal güvensizliğin ve kutuplaşmanın zirvede olduğu ülkemizde, siyaset araçlar üzerinden değil niyetler üzerinden yapılmaktadır. Türkiye’de rakip siyasal partiler ülkenin iyiliğini isteyen fakat bunun hangi meşru yol ve araçlarla yapılacağı konusunda sizin partinizden ayrılan gruplar olarak değil, ya “emperyalizmin işbirlikçisi” ya “bölücü” ya “rejim düşmanı” ya da “darbeci” olarak görülmekte ve bu partilerin savundukları/kullandıkları araçların değil bizatihi niyetlerinin bozuk olduğuna hükmedilmektedir.

Türkiye’deki toplumsal güvensizliğin ve onun ürettiği “niyet siyaseti”nin sebep olduğu en önemli sonuçlardan birisi, hukukun siyasallaşması ve hukuksuzluğun “şartlar gerektirdiğinde” geniş bir kitle tarafından kabul edilebilir olmasıdır. Güvensizliğin hâkim olduğu toplumlarda demokrasiye bağlılık zayıflamakta ve otoriter düşüncelerin halk tabanında çekiciliği artmaktadır. Kendi siyasal fikrinden olmayan kesimlerin siyasal yükselişlerini ve güçlerini demokratik ve meşru yollarla önleyemeyeceğini düşünen insanlar, niyetlerinin devlete ve millete zarar verici olduğuna hükmettiği siyasal kesimlere karşı hukuksuzluğu ve demokrasi dışı araçları “devletin ve milletin yüce menfaatleri adına” mazur ve meşru görme eğilimine girmektedir. Bu yüzden demokrasi adına darbe taraftarlığı yapmak, demokrasi adına hukuk ihlallerini savunmak, ya da gene demokrasi ve ülke menfaatleri adına devletin hemen her kurumunda kapsamlı bir kadrolaşma hareketine girişmek Türkiye’de çok sıklıkla rastlanan bir durumdur.

Dünya Değerleri Anketi’ndeki bazı verilerle somutlaştırmaya çalışayım argümanımı. Anketteki “Bu ülkeyi yönetmek açısından parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmak ne kadar iyi olurdu?” sorusuna “çok iyi” ya da “iyi” şeklinde cevap verenlerin oranı ülkeler arasında ciddi farklılıklar göstermekte ve bu farklılıklar ile ülkelerin toplumsal güven seviyeleri arasında göze çarpan bir ters korelasyon bulunmaktadır. Aşağıdaki şekildeki yatay eksen her ülkedeki “genelde insanların çoğunluğu güvenilirdir” ifadesine katılanların yüzdesini, dikey eksen ise aynı ülkelerdeki “parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lideri” onaylayan insanların yüzdesini göstermektedir. Şekilde de açıkça görüldüğü gibi, toplumsal güven arttıkça güçlü lidere yönelik talep ciddi bir oranda azalmaktadır. Yani bir ülkedeki toplumsal güven seviyesi ile o ülkedeki insanlar tarafından hukuksuzluğun ve demokrasi ihlallerinin mazur görülmesi arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır.

trust

dünya genelinde toplumsal güven ve güçlü lider onayı ilişkisi

Dünya genelinden Türkiye özeline dönersek, Dünya Değerleri Anketi’ndeki “güçlü lider” sorusuna “çok iyi olurdu” ya da “fena olmazdı” şeklinde cevap verenlerin oranı, dünya genelinde ortalama % 38,1 iken, Türkiye’de % 58,9 gibi ürkütücü bir orana ulaşmaktadır. Toplumsal güvenin çok düşük olduğu ülkemizde ne yazık ki halkın büyük bir kesimi “iyi niyetli otoriterliği” (benevolent authoritarianism) onaylamakta ve hatta Türkiye’nin sorunlarına çare olarak görmektedir. Dahası, bu durum, muhalif siyasetçi ve entelektüellerin ileri sürdüğünün aksine, sadece AKP tabanına mahsus bir eğilim değildir ve siyasal yelpazenin neresinde durduğu fark etmeksizin Türkiye’deki hemen her siyasal kitleyi etkileyen bir eğilimdir. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere, Meclis’teki üç Türk partisinin üçünün de seçmen tabanının yarısından fazlası, (kendi dünya görüşünden olmak koşuluyla) Türkiye’yi  “parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir liderin” yönetmesini olumlu karşılamaktadır. Dolayısıyla, pek çok diğer sorunumuzda olduğu gibi, otoriterliğin kitlesel kabulü sorununda da, sorun “onlar” diye işaret edebileceğimiz bir kitlede değildir, bir bütün olarak “biz”dedir.

strongleader

partilere göre seçmenlerin “güçlü lider” onayı

***

Son olarak, bu sorunun bir uzantısı mahiyetinde olan bir diğer sorunun da not edilmesi gerekmektedir. Türkiye’deki hemen her toplumsal kesim, tarihteki “otoriter” liderlerini yücelten bir öğretiyi aktarmaktadır çocuklarına. Dindar/muhafazakar kitlelerin çocukları Yavuz ve Abdülhamit övgüleriyle büyürken, Kemalist/milliyetçi kitlelerin çocukları Atatürk ve İnönü övgüleriyle büyüyor bu topraklarda. Elbetteki bu liderlerin hepsi övgüye değer pek çok meziyete sahip ve önemli tarihsel başarılara imza atmış liderlerdir. Ama aynı zamanda yeri geldiğinde masum sivilleri katletmiş, yeri geldiğinde Meclis’i lağvetmiş, yeri geldiğinde basını susturmuş, yeri geldiğinde partileri kapatmış ve yeri de geldiğinde muhalif siyasetçileri dar ağacında sallandırmış otoriter liderlerdir hepsi. Bu tarihsel otoriterliğin “dönemin koşulları” mazeretiyle meşrulaştırıldığı ve faillerinin de “vatana hizmetleriyle” yüceltildiği bir ülkede, otoriterliğin kitlesel kabulü maalesef çok zor olmazken, çoğulculuğun ve özgürlükçüğün yerleşmesi de çok kolay olmamaktadır.

4 comments on “Türkler neden otoriterliğe rıza gösteriyor?

  1. hocam, türkiye’de çoğulculuğun ve özgürlükçüğün yerleşmesinin (kurumsallaşmasının) önemli bir yolu/imkanı, siyasi kutuplaşmanın aksi istikamette bir ‘siyasi fragmantasyon/diversifikasyon’ mudur sizce? öyleyse, bunu temin için, seçim barajını kaldırmak, yerelleştirilmiş bir idari yapı kurmak mı gerekir öncelikle?
    Ve güvensizlik ve kutuplaşmışlıkla toplumunda pozisyonlarını consolide eden siyasi muhataplar mevcut standartları dönüştürmekte ne kadar istekli olabilir?

    • Mehmet,
      Acil ve küçük adım, siyasetçilerin kutuplaşmayı perçinleştiren nefret dilini terk etmesidir. Fakat özellikle iktidarın iki senedir bölünmüşlükten siyaseten beslenme yolunu tercih etmesi işi zorlaştırıyor. Daha temel adım ise eğitimin kapsayıcı, çoğulcu ve özgürlükçü bir şekilde yeniden tanzim edilmesi. Ama bu da hiç kolay değil tabii.
      Yerelleşmenin güvensizlik üzerinde doğrudan bir etkisinin olacağını sanmıyorum. Tersinden bir etki var ama. Son makalemde tam da bunu işlemiştim. http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/10402659.2014.972273#.VP60nfmUdSU

Yorum bırakın