Genel Af (4): Devlet (Kürt) katilleri affedemez mi?

Genel af konusunu “Genel Af (3): PKK’dan Ötesi” yazımla kapatmıştım. Fakat “katillerin affedilmesine” yönelik halk arasında oldukça yaygın olan itirazın Mustafa Akyol ve Gülay Göktürk gibi entelektüeller tarafından da “devlet katilleri affedemez” şeklinde dillendirilmesi, genel af konusunda dördüncü bir yazıyı gerekli kıldı. Araya giren farklı gündemler ve işler sebebiyle ertelediğim yazıyı, hem geçmişteki kirli savaşa yönelik yeni bulgular hem de mevcut barış sürecindeki duraklama sebebiyle bu hafta yayınlıyorum.

Genel af yazılarımın ilkinde, genel affın makullüğünü ve meşruluğunu anlamak için işlenen suçların koşullarını ve karşılıklılığını kavramak gerektiğinin altını çizmiştim. Aynı durum “katillerin affedilmesi” konusu için de geçerlidir. 30 yıllık savaşta, resmi rakamlara göre PKK militanları yaklaşık 6500 asker, 1500 korucu ve 5500 de sivil öldürmüştür. Aynı zaman zarfında Türkiye ordusu da yaklaşık 22000 PKK militanını ve en az 2000 (tahminen 5000’in üzerinde) Kürt sivili öldürmüştür. Ayrıca geçtiğimiz günlerde ortaya çıktığı üzere, resmi istatistiklerde PKK’ya atfedilen asker ve sivil ölümlerin önemli bir kısmı da aslında ordunun (yahut ordu içindeki bir örgütlenmenin) eylemleridir. Ve son 30 yılda devletin “rutin dışına çıkarak” işlediği cinayetlerden dolayı ciddi bir yargılama da yapılmamıştır. (Yapılamazdı da, zira bu cinayetlerin çoğu bir sapma değil, devlet politikası idi).

Kürt sorunu ve bu sorun çerçevesinde devletin işlediği cinayetler son 30 yıldan ibaret de değildir. Cumhuriyet’in erken yıllarında Diyarbakır’da ya da Ağrı’da öldürülen sivillerin sayısı binlerle ifade edilmektedir. Cumhuriyet döneminin en büyük katliamı olan Dersim katliamında öldürülenlerin sayısına yönelik tahminler ise 10000 ila 50000 arasında değişiyor. Ve ne bu katliamların emirlerini verenler ne de onları bilfiil yerine getirenlerin hiçbiri cezalandırılmadı, hatta pek çoğu ödüllendirildi. Yani bu topraklarda bazı katiller yıllardır affedilegeldi.

İnsan istatistik değildir. 1000, 5000, 10000 gibi büyük sayıların ve devlet ve ordu gibi soyut faillerin içinde hakikat kaybolmasın diye somut bir örnekle netleştireyim ne demek istediğimi. 1938 Dersim katliamında ailesinden 16 kişiyi kaybeden Haydar Kang adlı bir Dersimlinin 1949 yılında Meclis’e yazdığı dilekçesindeki ızdırabı, şikayeti ve talebi şöyledir:

Okumaya devam et

Dersim ve Kötülüğün Sıradanlığı

1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: ‘İmha’. Vergi vermedikleri için yok etmek. Bu düşünceyi, bu uygulamayı kim yapabilir? Zorbalar insanlık suçunu işleyenler. Elbette vergi işin bir yönü; gerçek neden Dersim’i Türkleştirmekti. Ben kıta komutanıydım, bize verilen emir ‘Canlı hiçbir şey bırakmayın’ şeklindeydi.”-Hulusi Yahyagil-

 “Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.” -Mustafa Kemal Atatürk-

Medeniyet ve barbarlık aynı insan doğasının farklı koşullardaki tezahürleridir.” -Herbert Butterfield-

Belki muhalif partiye karşı politik bir manevra, belki önceden planlanmamış fevri bir itiraf, belki de samimi bir “açılım”dı; ama hangisi olursa olsun, Başbakan Erdoğan’ın Dersim katliamı hakkındaki ifşaatları ve özrü -insanlık için küçük olsa da- Türkiye için çok büyük bir adımdı. Zira Dersim katliamını çalışmak çok önemlidir. Çünkü her ne kadar hükümet politik bir söylemle işi dönemin CHP yönetimine havale etmeye çalışsa da, katliamı yapan Türk devleti ve Türk askerleridir. İster Çayan Demirel’in Dersim harekâtına şahit olmuş Dersimli “survivor”lar ile yaptığı röportajlara dayanan belgeselini, isterse Özgür Fındık’ın harekâta katılan askerlerin anılarına da yer verdiği “Kara Vagon” belgesini izleyin, varılacak yer aynıdır: Dersim katliamı, 1913’ten beri Anadolu’da uygulanan bir politikanın –Hannah Arendt’i haklı çıkarırcasına- sıradan Türk askerleri eliyle Dersim’de icra edilmesidir. Dersim’i çalışmak bu yüzden çok önemlidir zaten. Okumaya devam et