BİLGESAM anketi ve KCK operasyonları

Yalanlar üçe ayrılır: yalanlar, kuyruklu yalanlar ve istatistik.” (Mark Twain)

Bu haftaki yazımda Bilgesam’ın Eylül ayında gerçekleştirdiği “Terörle Mücadele’de Toplumsal Algılar” başlıklı anketin KCK operasyonları konusundaki sonucunu düzeltmeye çalışacağım. Bilgesam anketi metodolojik olarak sorunlu bir anketti. Fakat ortaya koyduğu sonuçlar Kürt meselesinde devletin belirli tasarruflarına destek sağladığı için, anket medyamız tarafından manşetten flaş haber olarak verildi. Bu da hem Kürt meselesini anlama hem de çözüm sürecine yaklaşma açısından hiç de umut verici değildi açıkçası.

Anket çalışmalarının en önemli aşaması örneklemin oluşturulma aşamasıdır (sampling). Nüfusu gerçekçi bir şekilde temsil etmeyen örneklemler üzerinden yapılan çalışmalar yanlış ve/ya yanıltıcı sonuçlar doğururlar. Bilgesam anketinin temel sorunu da, örnekleminin Kürt nüfusu içindeki siyasal bölünmeyi gerçekçi bir şekilde temsil etmeyen bir örneklem olmasıdır. Bilgesam’ın örneklemi BDP seçmeninin olduğundan bir hayli az temsil edildiği bir örneklem olmuş ve bu yüzden de ankette devletin politikalarına Kürtlerin verdiği destek olduğundan daha yüksek çıkmıştır. Ankete göre, Kürtlerin %61’i KCK operasyonlarını desteklemektedir. Halbuki, BDP ve AKP’den her birinin Kürtlerin %40-50 arasında bir kesiminin oyunu aldığı bir Türkiye’de, böyle bir sonucun ortaya çıkabilmesi için AKP seçmeninin yüzde 50 oranında artıp BDP seçmeninin de yüzde 50 oranında azalmış olması gerekir. Anlaşılan o ki, Bilgesam’ın örnekleminde tam da bu olmuştur. (Bilgesam anketi, spesifik olarak örneklemindeki Kürtlerin oy tercihlerine yönelik istatistikleri açıklamamaktadır. Fakat Türk ve Kürtlerden oluşan 2922 kişilik toplam örneklemde, BDP’ye oy verenlerin sayılarının “20-29 arasında” olduğu belirtilmektedir. Yani BDP’nin Türkiye genelinde %6 olan oy oranı Bilgesam anketinde %1’in altına düşmüştür.) Okumaya devam et

KCK İddianamesi ve Türklerin Einstein Sevgisi

Özgürlük, yanlış yapma özgürlüğünü de içermedikçe, sahip olmaya değecek bir şey değildir. (Mahatma Gandhi)

Askeri kahramanlık üzerine kurulu bir demokratik özerklik TC kuruluşuna benzemez mi?  (Büşra Ersanlı, KCK İddianamesi, s. 2096)

Nihayet KCK iddianamesi tamamlandı ve mahkemece kabul edildi. 2009 yılında Diyarbakır’da kabul edilen KCK iddianamesini okumuş biri olarak, yeni iddianamenin içeriğine yönelik özel bir heyecanım yoktu açıkçası. Fakat özellikle Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu hakkındaki suçlamaları ben de merakla bekliyordum. Beklediğim üzere, Ersanlı ve Zarakolu’nun işlediği iddia edilen “suçlar” arasında bir tane bile “doğrudan şiddet eylemi” yok. Belli grupların daha ilk günden Ersanlı’nın Yahudi akrabalarını afişe etmelerinin ve Bakan Şahin’in Ersanlı’nın komünist geçmişine “suç unsuru” olarak atıf yapmasının sebebini daha iyi anlıyoruz şimdi!

Ersanlı ve Zarakolu’na atfedilen tüm suçlar, BDP’nin “doğrudan şiddet” içermeyen (ama Terörle Mücadele Kanunu’na (TMK) göre rahatlıkla yasa-dışı addedilebilen) eylem ve toplantılarına katılmaktan ibaret. Ersanlı’nın işlediği “suçların” bir kısmı şunlar mesela: “terör örgütünün güdümünde yayın yapan ROJ TV’de röportaj yapmak üzere teklif almak”, “Dicle Haber Ajansı’nı referans almak”, “yasadışı oturma eylemine katılmak”… Ersanlı’nın en sık işlediği “suç” ise BDP’nin Siyaset Akademileri‘nde “demokratik özerklik” konusuyla ilgili dersler vermek ya da organize etmek. Ersanlı’nın demokratik bir ülkede siyasi eylem olarak addedilecek eylemleri, savcıların “demokratik özerklik” projesini ve Siyaset Akademileri’ni toptan kriminalize etmesiyle “suç” haline dönüşüyor. Fakat burada devletin farkına varamadığı bir şey var: “Demokratik özerklik” projesinin ve bu projeye hizmet ettiği iddia edilen BDP’nin Siyaset Akademileri’nin toptan kriminalize edilmesi, hem tüm Siyaset Akademileri’nin hem de BDP’nin kapatılmasını gerektirir. Bunun da hem yanlış hem de eski bir politika olduğu ortada. İnsan sormadan edemiyor: Einstein’in tarif ettiği “deli” hep biz mi olmak zorundayız? Okumaya devam et

Evet, zehirli bir hediyedir bu!

Delilik hep aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” -Albert Einstein-

Aklı başında her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının “Böyle terörle mücadele olmaz!” dediği bir konjonktürde, yeni mağduriyetler üretmek dışında Kürt sorununun çözümüne hiçbir katkısının olamayacağını düşündüğüm mevcut KCK operasyonlarının artarak devam etmesini hüzünle izliyorum. Mevcut haliyle, KCK operasyonları YANLIŞ; ve bu yanlışlığın KCK’nın ne olduğuyla alakası YOK.  (Türkiye’nin 1990’lardaki terörle mücadele konseptinin yanlışlığının PKK’nın ne olduğuyla alakası olmaması gibi). Evet, KCK illegal ve anti-demokratik bir yapılanma. Ama sorun KCK ile mücadele etmek değil; özensiz bir terör tanımına dayanan bir Terörle Mücadele Kanunu ve “tutuklu yargılama”yı sıradanlaştıran bir yargı sistemi üzerinden bunu yapmak. Devletin -ve yazılarımın yayınlandığı Ankara Strateji Enstitüsü’ndekiler de dâhil Türk “terör uzmanları”nın- bu farkı gözetemeyip, entelektüellerin kahir ekseriyetinin ve başta Human Rights Watch olmak üzere tüm insan hakları örgütlerinin eleştirdiği KCK operasyonlarını çekincesizce savunmaları ve bu operasyonları eleştirenleri de “şiddet düşkünü solcu liberaller” şeklinde ti’ye almaları bu konuda daha fazla yazmayı anlamsızlaştırıyor açıkçası. (Türkiye’nin dönüp dolaşıp geldiği nokta, en iyi örneklerini İsrail, Suriye ve Sudan’ın sergilediği “insan hakları örgütleri ve demokrat sol’la sorunlu devletler” sınıfına girmek olmamalıydı…)

Bu notumu bu yüzden kısa kesiyor ve vicdanına ve aklına saygı duyduğum isimlerin -biri hariç- hepsinin eleştirel yaklaştığı KCK operasyonlarına yönelik düşüncelerinden hazırladığım bir demetle sizleri baş başa bırakıyorum.