Kürt Nüfusu ve Temsiliyet: 6 Temel İstatistik

Kürt meselesi, en fazla can yakan ve enerji tüketen meselelerimizden biri. Hemen her hafta bu meseleye birkaç kurban veriyor ve hemen her hafta ekranlarda, anfilerde ve dersliklerde saatlerce meselenin “çözüm”ünü tartışıyoruz. Fakat ne ilginçtir ki bu kadar can alıcı bir konunun temel verilerine yönelik büyük bir cehalet ve yanlış bilgilenme var ülkemizde. Bu yazıda farklı bir formatı (Foreign Policy‘nin “think again” formatını) deneyeceğim ve Türkiye Kürtlerinin nüfusu ve siyasal tercihlerine yönelik 6 temel istatistiği soru-cevap şeklinde paylaşacağım.

1.  Kürtlerin nüfusu ne kadar?

Türkiye’deki Kürt nüfusuna yönelik elimizde resmi bir veri yok. Türkiye Cumhuriyeti nüfus sayımlarındaki “anadil” sorusunu 1965 sonrasındaki sayımlarda kaldırdı. Bu resmi veri boşluğunda da kişisel tahmin ve ısrarlar 10 ila 20 milyon arasında değişegeldi. Fakat günümüzde güvenilir kaynaklar bu konudaki belirsizliği büyük oranda giderdi. İbrahim Sirkeci’nin akademik hesaplamaları, KONDA’nın kapsamlı anket çalışmaları ve CIA’in istihbari tahminleri Türkiye’deki Kürt nüfusunun % 17-18 civarında (yaklaşık 13-14 milyon) olduğunu gösteriyor.

2. Kürtlerin çoğu Batı’da mı yaşıyor?

Bu sorunun cevabı net bir “Hayır”. Maalesef -Özal’dan beri– bu Türkiye’deki yaygın yanlış kabullerden biri. “Türkiye Kürtlerinin çoğu Fırat’ın batısında yaşıyor” şeklinde -gerçekliği olmayan- cümleleri sıklıkla okuyor ve dinliyoruz. Genelde daha özenli yazan kalemlerimiz bile bu yanlış kabulü sürekli tekrarlıyorlar. Evet, Irak’takilerin aksine, Türkiye Kürtleri yaşadıkları ülkeye çok daha fazla yayılmış bir durumda. (Tabi bunda “Türk-Kürt kardeşliği”nden çok mecburi iskanlarköy yakmalar ve ekonomik mecburiyetlerin etkisi daha fazla. Zira bugün İstanbul nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturan Kürtler, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında İstanbul nüfusunun %2-3’üne tekabül ediyordu). Fakat bugün Kürtler hala ağırlıklı olarak “Fırat’ın doğusunda” yaşıyorlar. Türkiye’deki Kürt nüfusunu Okumaya devam et

“Ya Kandil Ya TBMM”: İşte bütün mesele!

Makul bir siyasi alternatif sunulduğunda IRA silahı değil siyaseti tercih etti. Adalet, özgürlük ve eşitlikten oluşan bir alternatifti bu… Siyaseti boğmamak lazım, çünkü bu silahı getiriyor.” (Sinn Fein lideri Gerry Adams)

Tüm milliyetçilikler gibi, BDPli siyasetçilere hâkim olan milliyetçi düşünceden de uzağım. BDPli siyasetçilerin yer yer hamlaşan ve duyarsızlaşan politikalarını da tasvip etmiyorum. En son, BDPli vekillerin PKK militanlarıyla karşılaşmaları sırasında sergiledikleri tavırları da sorun çözücü olgunluktan oldukça uzak buluyorum. Fakat devletin yasakları, PKK’nın silahları ve geçmişin karanlık anılarının gölgesinde siyaset yapan insanların yanlışlarını büyütmeyi de doğru bulmuyorum. Hele ki bu yanlışlar üzerinden bu siyasetçilere siyaset yollarını daraltmayı yanlışın ötesinde bir facia olarak görüyorum.

Şemdinli’deki görüntüler Türk halkı ve Ankara’da büyük tepkilere yol açtı. Öyleki, hükümet BDPli milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik bir adım atmak zorunda kaldı. Başbakan Erdoğan, “Ya Kandil ya TBMM” diyerek, PKK ile aralarına net bir mesafe koymazlarsa BDPli milletvekillerine siyaset yolunun kapatılacağının işaretini verdi. Halbuki, mevcut şartlarda, ne BDPli vekilllerin PKK ile aralarına net bir mesafe koymaları mümkün, ne de bunu yapamayan BDPlilerin dokunulmazlarının kaldırılması yaşadığımız soruna olumlu bir katkı yapabilir. Fakat bu yazıda bu sorunları değil, Başbakan’ın çağrısında önemli bulduğum başka bir noktayı ele alacağım.

“Ya Kandil ya TBMM” öz itibariyle doğru bir yaklaşım. Kürt sorununun çözüm yeri TBMM’dir ve TBMM bu sorunu çözmede yeterli güce ve iradeye sahip olamazsa maalesef kan akmaya ve zihni kopuşlar yaşanmaya devam edecektir. Fakat burada kilit soru şu: Meclis böyle bir irade ve güce nasıl sahip olur? El-cevap: adil seçimler, çoğulcu siyaset ve serbest tartışma ile. Bunun gerçekleşmesi içinse, hükümetin genel olarak siyasetin önünü açması, özel olarak da TBMM’nin Kürtler’in nazarındaki itibarını arttırması gerekmektedir. Şöyle açayım: Okumaya devam et

Demokratikleşme, müzakere ve artan şiddet

Gerek temel özgürlükler gerekse sivil siyaset noktasında Türkiye’nin demokratikleşme yolunda mesafe aldığı bir dönemden geçiyoruz. Demokratikleşmenin hızı ve kapsamı pek çoğumuzu tatmin etmese de, bundan beş sene öncesine göre daha sivil ve daha özgür olduğumuzu yadsıyacak çok az kişi vardır sanırım. Böyle bir dönemde PKK’nın Silvan’da askerlere, Tunceli’de polislere, Ankara’da da sivillere yönelik saldırıları hemen hepimizin aklına soru işaretleri getiriyor. Hele internete düşen MİT-PKK görüşmesi sonrasında PKK saldırılarını anlamlandırmak nerdeyse imkânsızlaşıyor. Haklar ve özgürlükler üzerindeki kısıtlar –yavaş yavaş da olsa- kalkıyor ve PKK ile müzakereler yapılıyorken ve Türkiye sivil bir anayasaya sahip olmaya doğru yol alıyorken, PKK neden şiddeti arttırıyor?

Birçok Türk akademisyen ve siyasetçi, yukarıdaki soruya anlamlı bir cevap veremediği için, PKK’nın “nihilist” ve kana susamış bir oyunbozana dönüştüğü sonucuna varıyor. Hâlbuki bu sonuç, şu geçersiz ön-kabule dayanıyor: çözüm süreçlerinde terör örgütleri şiddeti azaltır. Dünyadaki benzer örneklere baktığımızda bunun böyle olmadığını, çözüm süreçlerinde genelde şiddetin arttığını görüyoruz. Maalesef, şiddetin azalması demokratikleşme ve çözüm süreçlerinin bir parçası değil uzun vadeli bir sonucudur. Bunu anlayamamak, yanlış yorum ve suçlamalara itiyor hepimizi. Muhalefet “açılım oldu terör arttı” şeklinde gülünç bir sebep-sonuç ilişkisi kuruyor ve Kürt açılımına son verilmesini istiyor. İktidar da artan şiddet sonrasında Kürt siyasal hareketini toptan düşmanlaştırma yoluna gidiyor. Okumaya devam et

Seçimler, Sonuçlar ve Yanıltıcı Yorumlar -II-

3.  Seçim sonrasında en çok duyduğumuz yorum türlerinden biri de BDP oylarını azımsayan yorumlardı: “BDP’nin oyları artmadı.” “BDP Kürtleri temsil etmiyor.” “BDP Türkiye’nin Kürt nüfusunun ancak üçte birinin desteğini alabiliyor.” vs vs… Hâlbuki bu ifadelerin hepsi yanlış.

Gazetecisinden akademisyenine pek çok kişinin tekrarladığı “BDP Türkiye Kürtlerinin ‘dörtte ya da üçte birini’ temsil ediyor” ifadesi gerçeği yansıtmıyor. Çünkü BDP’nin temsil oranı hakkındaki tüm bu “küçültücü” yorumlar Türkiye’deki Kürt nüfusun demografik özelliklerini hesaba katmadan yapılıyor ve bu yüzden de gerçeği yansıtmıyor. Kısaca şöyle izah edeyim: Akademik (mesela İbrahim Sirkeci ve KONDA) ve istihbari (CIA) tahminlere göre, Türkiye’de Kürt nüfusu % 18 civarında (13.200.000). Fakat Kürtlerin “yetişkin” (18 yaş ve üstündekiler) Türkiye nüfusu içindeki oranı ise % 13,5 (6.800.000).  Bu iki oran arasındaki farkın temel sebebi ise Okumaya devam et