Darbenin adı var

gul

15 Temmuz gecesi yakın Türkiye tarihinin en önemli olayına, Gülen Cemaati’nin askeri darbe girişimine, şahit olduk. 2011’de başlayan, 2012 Şubat’ında gün yüzüne çıkan ve 2013 Aralık’ında açık bir savaşa dönüşen AKP-Cemaat çatışması, 2016 Temmuz’unda Cemaat’in askeri darbe girişimiyle son round’unu yaşadı ve çok şükür kazanan taraf darbeciler olmadı. Cumhurbaşkanı’nın, hükümetin, polisin, halkın, muhalefetin, medyanın ve nihayet asker içindeki darbe karşıtlarının ortak çabalarıyla püskürtülen 15 Temmuz darbe girişiminin faillerine yönelik -ilk günlerdeki belirsizliğin ve şaşkınlığın aksine- geniş bir konsensus var bugün. Ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu‘na uzanan bu konsensusa göre darbe girişiminin bir adı var: Gülen Cemaati darbesi.

Askeri darbe, Cemaat’in AKP’yle savaşında kullanacağı son silahı ve uzun yıllardır dillendirdiği “turbun büyüğü” idi. Bu silahını kaybetmiş bir yapılanmada darbeye yönelik itiraflar hızla gelecektir. Ve zaten de gelmektedir. Özellikle Yarbay Levent Türkkan, Yarbay Emin GüvenAstsubay S.A. ve asker ‘abisi’ Muhammet Uslu‘nun yaptığı itiraflar 15 Temmuz darbe girişiminde Cemaat’in merkezi rolüne dair önemli bilgiler sunmaktadır. Fakat burada sorun şu ki, 15 Temmuz’un bir Cemaat darbesi olduğu gerçeği, bu itirafların hiçbiri olmasa dâhi yeterince netti. Türkiye’nin son 10 yılda yaşadığı dönüşümün mahiyetini bilen ve aktörlerini tanıyanlar için darbenin failleri hiç de gizemli değildi. Kısaca 9 noktada açmaya çalışayım bu cümlemi:

1. Öncelikle, 2010 sonrası Türkiye’de artık ordu içinde darbe yapabilecek tek örgütlü güç Cemaat’ti. 30 yıldır büyük bir itina ve azimle askeriyede örgütlenen Cemaat, Balyoz ve Casusluk davalarıyla askeriyedeki son büyük tasfiyesini yapmış ve artık “altın vuruş” için hazır hale gelmişti. Ahmet Zeki Üçok‘un yıllar evvel (büyük bedeller ödemek pahasına) dikkat çektiği ve savaştığı bu örgütlenme, 2015 yılına gelindiğinde artık rütbeli subayların neredeyse yüzde 50’sini içeren bir boyuta ulaşmıştı. Özellikle Balyoz sonrasında terfi alan subayların darbedeki orantısız dahli de bu durumu yeterince net olarak ortaya koyuyordu. (Burada kişisel bir anımı da anlatmak isterim. 2009 yılında ABD’den dönüp KTÜ’de göreve başladığımda, AKPli akademisyen arkadaşlarımdaki Ergenekon tedirginliğini garipsemiştim. Cemaat’in AKP liderliğine ve tabanına ustalıkla zerk ettiği bu “Ergenekon korkusu”ndan kurtulamamış AKPli bir akademisyen arkadaşım 2010 başında bana “Hocam askeriyede hala çok güçlüler, her an her şey olabilir” dediğinde, kendisine “Yapmayın hocam, bu saatten sonra askeriyede darbe yapabilecek tek güç Cemaat’tir!” diye cevap vermiş ve kendisinin şaşkın bakışlarına maruz kalmıştım.) 

Untitled

2. Cemaat’in darbe yapmak için gücü olduğu kadar niyeti de vardı. Cemaat sadece ordu içinde darbe yapabilecek tek örgütlü güç değildi, aynı zamanda bunu isteyen de bir güçtü. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla “yumuşak darbe“sini başarılı bir şekilde gerçekleştiren Cemaat, son kurşun (ya da “turbun büyüğü”) olarak sakladığı askeri darbe içinse uygun zemini ve gerekçeyi bekliyordu. Cemaat’in askeri cuntası daha 2011 yılında abilerine “Neden devirmiyoruz hala bu Erdoğan’ı?” diye şikayet ederken, Cemaat darbenin toplumsal/psikolojik altyapısını hazırlamak için yine bu yıllarda Erdoğan’ı şeytanlaştırma amaçlı LokmanErdoğan ve NumanNuh gibi psikolojik harp hesaplarını önce geleneksel sonra da sosyal medyada aktifleştirmişti. Erdoğan’ı 5 yıldır kah “Acem uşağı” kah “kripto Yahudi” kah “Pakraduni” olarak niteleyip şeytanlaştıran bu hesapların varlık sebepleri bugün çok daha aşikar sanırım.

ggg

3. AKP-Cemaat kavgası büyüyüp Cemaat’in bu kavgadaki kayıpları arttıkça, Cemaat’in medyadaki önde gelen mensup ve destekçilerinin darbe talepleri daha da açık bir hale geldi. Kimi “ordu göreve” temennileriyle mevcut durumun 12 Eylül’den daha beter olduğunu, kimi darbeye icazet veren bir “siyasal tekfircilik”le artık AKP’nin bir siyasal parti olmadığını, kimi de darbenin “ehven-i şer” olduğunu yazarken, kimileri de “dönüş biletleri” için tarih vermeye başlamıştı bile!

CoNXUkFWcAA1nl3

4. Cemaatçi oldukları ehline ayan olan @efeler_tabur ve @Kula_Mer (sonradan @kemal_ingiliz) gibi askeri Twitter hesapları, 2016 yılının başından bu yana askeri darbenin önce propagandasını ardından da borazancılığını yaptılar. @Kula_Mer hesabının sahibi Albay Ömer Kulaç sonradan darbeciler arasında yakalandı ve tutuklandı. (Kulaç’ın abisi, kardeşi ve kayınbiraderinin Cemaat örgütlenmesi içindeki pozisyonları da başlı başına bir delalet içeriyor bu noktada!). Ertesi gün devralacağı görevin heyecanına yenilmiş olacak ki, Ömer Kulaç henüz darbe başlamadan “Yurtta Sulh Konseyi”nin darbe bildirisinden ‘spoiler’lar yazmaya başlamıştı!

kul

5. Gücü ve niyeti dışında Cemaat’i darbe yapmaya iten bir diğer sebep de, halkın desteği/tepkisi konusunda (PKK’nın geçen yıl 22 Temmuz’daki kalkışmasına başlarken düştüğüne benzer) önemli bir yanılgıya düşmesi idi. Cemaat’e göre Türk halkı (ve daha özelde İslamcılar) korkak ve sinikti ve bir askeri darbe karşısında ciddi bir direniş gösteremezdi. Öyle ki, Cemaat’in medyadaki kanaat önderleri, darbenin yaklaştığı tarihlerde -herhalde muhtemel mütereddit darbeci arkadaşlarını ikna etmek için- bu düşüncelerini artık açıktan paylaşıyorlardı. (Aslında halkın tepkisi konusundaki bu yanılgıya Cemaat 15 Temmuz’dan önce 17 Aralık’ta da düşmüştü. Cemaat’in “en okumuş” mensupları dahi yolsuzluk iddialarının AKP oylarını yüzde 30’ların altına düşüreceğine inanmıştı!)

ttt

6. Cemaat mensuplarının darbe öncesindeki söylem ve tavırları kadar, darbe sürecindeki söylem ve tavırları da darbenin faillerine yönelik işaretler taşıyordu. Cemaat’in sosyal medyadaki popüler isimlerinin darbenin başlangıcındaki mutluluk halleri yeterince belirgindi. Öyle ki, tamamen asparagas olan “Erdoğan kaçıyor!” haberlerini iştahla yaymaktan çekinmiyorlardı.

Cn4-n0KUAAAluh6

7. Darbenin ilk vuruşta istenilen etkiyi göstermemesi üzerine yavaşça dil değiştiren bu isimler, Erdoğan’ın halkı sokağa çağıran televizyon bağlantısı sonrasında -adeta ağız birliği etmişcesine- darbenin püskürtülmesinde en kritik rollerden birini oynayan halkın sokağa çıkması aleyhinde ısrarlı çağrılar yaptılar. Mısır analojileriyle süsledikleri bu “sokağa çıkmayın” çağrılarının sahipleri, şüphe yok ki Türkiye’deki darbe girişimi ile Mısır darbesi arasındaki üç büyük farktan (halk desteğinin eksikliği, darbenin emir-komuta dışında yapılması ve dengeleyici bir silahlı gücün mevcudiyeti) haberdardı. Ama bu farklar yokmuş gibi davranmayı yeğlediler!

efe

8. Darbenin başarısızlıkla sonuçlandığının anlaşılması üzerine darbeye yönelik “tiyatro” komplo teorisine en çabuk ve en sarsılmaz şekilde sarılan da en tepesinden en aşağısına kadar Cemaat idi. Cemaat’in kurumsal hesapları henüz darbe teşebbüsü tam olarak bitmeden tiyatro tweetleri atmaya başladı ve Fethullah Gülen bulduğu her fırsatta darbenin bir tiyatro olduğunu dillendirdi. Bu durumu, gerçeklik algısı tamamen kopmuş bir camianın hastalıklı sanrıları olarak da görüp geçebilirdik; ama Cemaat’in darbedeki rolüne yönelik güçlü işaret ve deliller, bunun daha ziyade suçluluk psikolojisinden kaynaklanan bir savunma mekanizması olduğunu söylüyor.

ghgjgh.jpg

9. Son olarak, darbe girişiminin Cemaat için nihai ve ölümcül bir hamle olması, darbecileri darbe girişimi boyunca çeşitli fütursuzluklara (ya da acemiliklere) itmiş ve bu da Cemaat’in önemli “parmak izleri” bırakmasına sebep olmuştu. Akıncılar üssünde yakalanan ilahiyatçı imam, tankın içinde askeri kamuflajla boy gösteren Cemaatçi emniyet müdürü, rehin aldığı sivillere “şehit eleştirisi” yapıp “fetih süresi” okumalarını tavsiye eden darbeci, darbecilerce sıkıyönetim görevlendirmesine yazılan tutuklu “MİT tırları davası” generali, Hulusi Akar’ı Fethullah Gülen’le görüştürmek isteyen darbeci tuğgeneral, sokaktaki talebelerine “askere direnmeyin” smsleri gönderen imamlar, ve son olarak pek çok darbeci eşinin 2010 KPSS hırsızları arasında yer alması 15 Temmuz darbesi ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkiye ışık tutan somut parmak izlerinin bazılarıydı. Kusursuz cinayet olmadığı gibi, kusursuz darbe de yoktu!

milliyet_2016-07-28

***

Netice itibariyle, 15 Temmuz’da yaşadığımız darbe girişiminin bir Cemaat darbesi olduğu yeterince nettir. Önümüzdeki günlerde artarak devam edecek itiraflar, bu durumu netleştirmekten ziyade darbenin detaylarını ve boyutunu aydınlatacaktır. Elbette 40 yılı aşkın bir zaman dilimi boyunca yaptığı en iyi şey tekzip ustalığı ve şüphe tacirliği olan Cemaat’in çıkıp da darbeyi itiraf etmesini beklemiyoruz. Vaktiyle kapalı kapılar ardında “Balyoz’da generallerin alınmasına Erdoğan karşı çıktı ama abiler bastırdı ve aldı” diyen bürokratlar ve “Biz bir subayı alt etmek istediğimizde peşine önce bir kadın takarız” diyen emniyetçiler de kamusal alana geçtiklerinde “Bunların binde birini bile tanımıyorum” diyen imamlarının izinden gidip tekzip sanatlarındaki maharetlerini sergilemişti zaten…

Fakat bugün kişisel Erdoğan nefreti yahut Cemaat’in yoğun propagandası sebebiyle Türkiye’ye yönelik gerçeklik algısını tamamen kaybetmiş Batılı kanaat önderleri ve karar alıcılarını kendi hallerine bırakamayız. Ne acı ki bugün AKP camiası bir bütün olarak Batı’da dinlenilirliğini yitirmiş durumdadır. Bu yüzden de hem darbe sürecinin hem de sonrasındaki zorunlu tasfiyelerin Batı’ya anlatılmasında muhalefete (özellikle de CHPli siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlere) büyük bir görev düşmektedir. Umarım darbe sonrasında başlayan yakınlaşmalar bu tür diplomatik işbirliklerine de kapı aralar. Kim bilir, belki de “Hizmet hareketi” son “harekâtıyla” Türkiye’ye en büyük “hizmet”ini yapmıştır…

 

11 comments on “Darbenin adı var

  1. Hocam öncelikle kaleminize sağlık genel hatlarıyla darbenin karanlık yönlerini sundunuz. Düzelen Rusya-Türkiye ilişkilerinin ardina köklü bir Avrupa açılımi şart olmuştu.
    Fransiz bir yazarin Rus uçaklarının Türkiye ye 15 temmuz gecesi geldiğini de barindiran yaziyi okumuş olmalısınız. .sizce bu yalnizca bir teori midir yoksa gerçekten egemenlik yarışında koltuk kapmaca midir ( Türkiye de hakim itiifak güç olarak) …Teşekkürler .
    selam ile

  2. hocam merhaba,
    ben yazini yeni gordum de aklima yatmayan bazi seylere deginmissin ben en temel olanini sorayim, ordunun yuzde ellisini kontrol eden bir yapi neden genelkurmayin verdigi rakamlara gore ordunun yuzde 1.5 ini kullanarak darbe yapmaya kalkisir? Buna mantikli bir cevabin var mi? Ilk asamada yuzde 1.5 le bir sanslarini denediler, olmazsa geri kalan 48.5 ile ara sira tekrar darbe yapacaklardi gibi bir aciklamayi ikimizin de zekasina hakaret kabul ederim, onu da bastan soyleyeyim.

    • Merhaba Salim.
      Ordunun değil “rütbeli subayların” yaklaşık yüzde 50’si Cemaatten idi. Sanırım binbaşı ve üstü bazı rütbeler için katılım oranı da buna yakındı. Yüzde 1,5 katılımcıların erler dahil tüm ordu içindeki oranı. Yani %48 gibi yedekte tutulan bir güç yoktu. %5-10 olabilir ve olmuştur belki. Onun da açıklaması çok zor olmasa gerek. Çok zeki olmayanlar için bile. 😉

      • yanlis saniyorsun hocam. generallerin yarisi ihrac edildigi icin oyle bir algi var ama gecen yil itibariyle butun ihrac edilen subaylar bile yuzde on kadardi, darbeye katilan sayisi bunun da cok altindadir herhalde. zaten subaylarin yarisi katilirken erlerin yuzde biri katilsaydi bu da aciklanmasi gereken baska bir sacmalik olurdu ama zaten oyle bir durum yok.

  3. ben de ayni seyi soyluyorum sadece general rutbesinde gecerli bu dedigin oran.bu oranin da ne kadari katilim ne kadari tasfiye ben bilmiyorum ama demek ki cemaat sadece general rutbesinde orgutlenmis, o da enteresanmis.

Yorum bırakın