Ahmaklık Üzerine Notlar

1. Einstein’ın meşhur sözünü hepimiz biliyoruz: “Delilik, hep aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” Yakın zamana kadar, bu sözün Türkiye’deki birinci muhatabı faydasızlığı defaatle ispatlanmış politikalarla Kürt sorununu çözmeye çalışan Türk hükümetleri oldu. Fakat şu an durum farklı. Devlet şu anda Kürt sorununu silahla çözmeye çalışmıyor. Bunu yapamayacağının da son derece farkında. Yapmaya çalıştığı şey, ulusal ve uluslararası konjonktürün rüzgârıyla 7 Haziran sonrasında silahlarının gücüne yeniden iman eden PKK’ya kendisinin de bunu yapamayacağını bir kez daha göstermek. Bu yüzden de, Temmuz ayından bu yana bir grup entelektüelin devlete yaptığı “90 yıldır yapamadığını şimdi de yapamazsın” uyarısının pek bir hükmü yok. Einstein’in delilik tanımının bugünkü birinci muhatabı PKK’dır ve yapılması gereken çağrı da şudur: “30 yıldır yapamadığını şimdi de yapamazsın! Boşuna ölüyor ve öldürüyorsun!

2. Evet, PKK boşuna ölüyor ve öldürüyor. Sadece silahla hedefine ulaşamayacağı için değil, aynı zamanda ulaşmaya çalıştığı pek çok hedef zaten “vakti gelmiş fikirler” olduğu için. Anadilde eğitim, özerklik, genel af… Bunların hepsi vakti gelmiş ve (ama bir ama beş yıl sonra) hayata geçecek fikirler zaten. Fakat Türklerin (ve hatta Kürtlerin) bu hak ve fikirlere, özellikle de “özerkliğe” desteği Kürt siyasetinin hem şiddetten uzaklaşmasına hem de zihnen demokratikleşmesine bağlı. Tarihsel olarak baktığımızda, Türklerin ve muhafazakâr Kürtlerin Kürt siyasetine olan “güvensizliği“, Kürt siyasetinin taleplerinin cevapsız kalmasında önemli bir paya sahip olmuştur. Öte taraftan, Kürt siyasetinin şiddetle olan ilişkisi özellikle muhafazakâr Kürtlerin “özerklik siyasetinden” uzak durmasında önemli bir etkendir. Zaten geleneksel olarak Kürt siyasetinden uzak durmuş olan Türk ve Kürt grupların 7 Haziran’da HDP’ye verdikleri destek de büyük oranda barış sürecindeki çatışmasızlığın ve seçim sürecindeki “Türkiyelileşme” söyleminin bir meyvesiydi. Fakat Kürt siyaseti 7 Haziran sonrasında bu gerçekliğe göz kapayıp ahmakça bir şekilde bir yandan şiddetin diğer yandan da otoriter zihniyetin dozunu her geçen gün arttırdı ve bunun sonucunda da “yeni destekçilerini” büyük oranda kaybetti. Eleştirdiği AKP zihniyetiyle dahi kıyaslanamayacak oranda otoriter (hatta totaliter) bir zihniyetin “öz-yönetim” talebine hangi makul Türkiyeli destek verebilir ki?

Adsız

3. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı evrensel bir haktır ve tüm diğer milletler gibi Kürtler de bu hakka sahiptir. Daha önce de belirttiğim üzere, Kürtlerin (çoğunlukta oldukları yerlerde) hangi statü ile ya da nasıl yönetileceklerine ben, biz, Türkler ya da Türkiye değil, Kürtler karar verecektir. Fakat bu benim kişisel kanaatimdir. Kürtlerin politik geleceğini benim ya da başkalarının kişisel kanaatleri değil, farklı kurallar ve dengeler üzerinden hareket eden siyaset belirleyecektir. Bu alanda ise prensipler ya da kanaatlerden ziyade güç dengeleri, güvenlik kaygıları ve ideolojiler belirleyicidir. Devletlerin ideoloji ve güvenlik kaygılarıyla başka topraklardaki halkların bile kendi kaderini tayin hakkını tanımadığı bir dünyada (bkz: ABD vs. Küba), mevcut otoriter zihniyeti ve şiddet politikasıyla Türkiye’den öz-yönetim talep eden Kürt siyaseti ulaşılmaz bir hayale oynamaktadır. Şöyle bir ikili-gerçek var önümüzde ve bu ikili-gerçekle Türk ve Kürt siyasetlerinin uzlaşması gerekiyor: Eninde sonunda Kürt illerini Kürt siyaseti yönetecek. Ama PKK’nın şiddeti ve otoriter zihniyeti bunun gerçekleşmesini sürekli öteleyecek. Bu gerçekliğin ikinci ayağını görememek ve kendi hayalini sürekli kendi elleriyle ötelemek de Kürt siyasetinin başka bir ahmaklığı maalesef…

4. PKK’nın öz-yönetim adıyla giriştiği kalkışmanın vardığı nokta, Mücahit Bilici’nin güzel tespitiyle bir “öz-yıkım” oldu. Çatışma süresince bölgede pek çok ilçe harap oldu ve binlerce sivil mağdur oldu. Bu mağduriyetlerin en büyüğünü de çatışma arasında kalıp hayatını kaybeden siviller yaşadı. Fakat Türklerin önemli bir kısmı bölgedeki sivil ölümler karşısında büyük bir tepki göstermedi. Kanaatimce, Kürt hareketinin uzun süredir şikayet ettiği bu tepkisizliğin önemli bir sebebi Kürt hareketinin çatışmalar başladığından bu yana sarıldığı “yalan siyaseti”dir. Çatışma bölgelerindeki olaylar hakkında o kadar çok yalan söyledi ki Kürt siyaseti, adeta doğrularına inanmak dahi imkansız hale geldi. Kürt siyasetinin “sivil” dediği ölümlerin pek çoğunun silahlı eylemci olduğu aynı gün delilleriyle ortaya kondu. Kürt siyaseti, şehir merkezlerinde eline silah verip ölüme yolladığı gençler öldüğünde onları “sivil” diye sunmakla kalmadı, en son Van’da öldürülen PKK militanlarını bile sivil olarak sunarak propaganda yaptı. “Gerilla”sını bile sivil diye yutturmaya çalışan bu ahlaksızlığın maliyeti ise çatışmalarda ölen gerçek sivillerin üzerine de gölge düşmesi oldu. Kısaca, bölgede ölen sivillere yönelik kayıtsızlık, Türklerin duyarsızlığından ziyade, Kürt siyasetinin yalancılığının bir ürünü oldu. Bu vesileyle, başka bir yazımda Türkiye için yaptığım şu tespiti burada Kürt siyaseti için yinelemek isterim: Zayıf ülkeler ve gruplar için, ilkesizlik kendilerini topuklarından vurmaktan başka bir şey değildir. Hakikat, uzun vadede, zayıflar için en güvenilir müttefiktir. Yalancılık ise, ölümcül bir ahmaklık.

Adsız

***

5. Kürt siyasetinin yukarıdaki ahmaklıklarıyla yarışacak büyüklükte olmasa da, maalesef hükümet kanadının son haftalardaki ahmaklıkları da hiç de az ve önemsiz değildi. Bunların en başında geleni şüphesiz HDP’li siyasetçilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik kampanya idi. Baştan şunu belirteyim ki PKK’nın şiddet eylemlerine yerel düzeyde “somut katkı” yapan Kürt siyasetçilerin yargılanmasında bir yanlışlık görmüyorum. Fakat “politik suç” kavramının bir bütün olarak Kürt siyasetine karşı yeniden devreye sokulması feci bir yanlıştır. Demokratik bir ülkede, HDP’nin (ya da herhangi bir diğer siyasi partinin) politik hatalarını mahkûm ettirmenin yeri, devletin mahkemeleri değil seçmenlerin gönülleridir. Dahası, yapılmak istenen şey sadece demokratik açıdan değil stratejik açıdan da yanlıştır. 7 Haziran sonrasındaki siyasetiyle HDP zaten kendi kendini yok etmiş bir partidir. Bu yüzden de, HDP’li siyasetçileri yargılamak, zaten intihar etmiş bir partinin katlinin suçunu üzerine almaktır. Bunun açık bir ahmaklık ve ölümcül bir yanlış olduğu ortadadır.

6. İktidarın yaptığı bir diğer yanlış da çatışmaların sorumluluğunu devlete yıkan ve devleti bölgede katliam yapmakla suçlayan bir bildiriye imza atan akademisyenlere yönelik bir baskı ve kovuşturma kampanyası başlatması oldu. Bu politikanın demokrasi açısından yanlışlığı ortada (detaylı bir analiz için Vahap Coşkun‘un yazısına bakabilirsiniz). “Devlet Kürdistan’da katliam yapıyor” iddiası, ifade özgürlüğü içinde ele alınması gereken “yanlış bir tespit”tir en fazla. PKK’nın işlediği somut suçları doğrudan tazim ya da teşvik etmedikçe, kişinin PKK ya da PKK’yla mücadele hakkındaki düşüncesi yargının müdahil olacağı bir konu değildir. Fakat burada başka bir sorun da var. Bu politika demokratik açıdan yanlış olduğu gibi siyasi açıdan da ahmaklığa varan bir yanlıştır. Öncelikle, Türkiye akademisinin %1’ini bile temsil etmeyen bir akademik kitlenin ortaya koyduğu tarafgir ve çarpık bir metin bugün Türkiye ve dünya gündemine yerleşmişse, bu, iktidarın bu metne verdiği verdiği orantısız tepkinin bir sonucudur. İnsan, abarttığı şeyi aynı zamanda var eden bir varlıktır. İkinci olarak, akademisyenlere yapılan tehditler ve gözaltı uygulamaları, bildiri metninin içeriğindeki sorunların tartışılmasını engellemiş ve konuyu yeniden düşünce özgürlüğüne ve iktidarın otoriterliğine getirmiştir. Dolayısıyla, iktidar yok sayarak marjinalleştirebileceği bir garabeti kendi elleriyle büyütüp kahramanlaştırmıştır.

7. Son olarak ve her şeyi bir tarafı bırakarak, şu garipliğe de işaret etmek isterim. İktidarın aynı anda hem yargının yarıya yakınının “paralel” olduğuna inanıp hem de her siyasi oyuna yargıyı dâhil etmesinde bir gariplik/ahmaklık yok mudur? Yoksa sonra istemedikleri bir durum oluştuğunda, “uçağı paralel pilot düşürdü” dendiği gibi “tutuklamaları paralel hâkim yaptı” mı denecek?

3 comments on “Ahmaklık Üzerine Notlar

  1. kaleminize sağlık sn hocam!
    bu durumda HDP ye olan güvenin 7 haziran sonrası ciddi derecede azalması kürt halkına kurulması muhtemel bir Kürdistan’ın uygulayacağı politik sistemi konusunda ciddi sinyaller verdiği aşikar değil midir? AKP nin yanlış uygulamalarının bıraktığı izlenim gelecek seçimlere etki edecek midir yada iktidara olan güvenin sarsılmasının yolunu mu açacaktır? ciddi paradokslar içerisindeki Türk siyasetinin taktik değiştirmesi gerektiği (kanaatimce) ortadadır.şu dönemde atılacak sert bir adım fazla ses getirecek ve Türkiye ‘yi dönülmez bir kaosa sürükleyecek belkide ;” civil disobedience ” in kendini göstermesinin yakın olduğunu düşünüyorum . tekrar sahneye çıkacak ve yeni bir taktik deneyecektir.yahut AKP hükümeti ”paralel” den sonra yeni bir kart mı açacaktır ? dönem içinde yaşamanın öngörüyü kısıtladığı dezavantajında etkisiyle belkide biraz aşırı kaçmış fikirlerim hakkındaki görüşlerinizi yazmazınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

    • Teşekkür ederim Dijan.
      Yalnız o kadar çok ve zor soru sormuşsun ki ne yapacağımı bilemedim. Hepsini hakkıyla cevaplamak 1-2 yazı ister.
      Kısaca şunları diyeyim. Gelecek seçimler 4 yıl sonra. Şu andan hiçbir şeyi kestirmek mümkün değil. Evet, devlet özellikle büyük hata yapmamaya gayret gösteriyor. Dediğin gibi böyle bir şey geri dönülmesi zor noktalara götürebilir ilişkileri. Ben “sivil itaatsizlik” konusundaki beklentine pek katılmıyorum yalnız. PKK barışta ısrar etseydi mümkün idi bu, ama şu konjonktürde Kürt siyaseti Kürtleri hiç bir amaç için sokağa dökemez bence. Hatta oylarını alırsa şükretsin…
      Şimdilik bu kadarla yetineyim. Belki daha sonra tekil sorular üzerinden devam ederiz.
      Selamlar.

  2. çok teşekkür ederim yanıtınız için .Ben sivil itaatsizliğin Cizre de ve birçok yerde sürdürülen operasyonların içeriği ve yöntemi saptırılarak , bazı durumlar olduğundan farklı lanse edilerek körüklenebileceği de kanaatindeyim. Zira bu duruma ciddi bir kitleninde halihazırda mevcut olması olası muhtemel kanımın gerçekleşeceği korkusunu içimde barındırmama sebep oluyor.yinede Bush’ un ”şer ekseni” deyimiyle ; teşbih hata götürmez , benzeri bir üçgen içinde olduğumuz şu dönemden çıkabiliriz umarım. nazik cevabınız için tekrar teşekkür ederim ve inanıyorum ki cevaplarımı yazılarınız içinde mutlaka bulup cımbızlayacayağım ..
    selamlar

Yorum bırakın