Nevruz: Köprüden önce kaç çıkış kaldı?

Ezilenlerin mücadeleleri için başvurdukları araçlar bizzat ezenler tarafından belirlenir… Ezenler barışçı yöntemler kullanırsa ezilenler de barışçı yöntemler kullanır, ama ezen zor kullanırsa ezilen de zora başvurur.” (Nelson Mandela)

Siyasal sorunlarımızın hemen hepsinin sebepleri de çözümleri de düşündüğümüzden çok daha nettir aslında. Çözemediğimiz sorunların çoğunu, çözümün ne olduğunu bilmediğimizden değil, çözümün gerektirdiği adımları atma istek ve iradesine sahip olamadığımızdan çözemiyoruz.

Nevruz vesilesiyle tekrardan alevlenen Kürt sorununun çözümünün nerede olduğu da bir sır değil. Kuzey İrlanda ve Bask emsallerinde yeterince done var bizim kendi çözümümüz için. Ama bir sorunu çözebilmek için önce çözmeyi istemek gerek. Ve toplum olarak bu isteğe sahip olduğumuzu düşünmüyorum. Devletin Nevruz kutlamalarındaki anlamsız yasakları ve şiddeti bir tarafa; Türk basınının Diyarbakır’da Nevruz kutlamaları için toplanan yüz binlerin fotoğraflarına uyguladığı sansür de, Nevruz kutlamalarını “terör” eylemleri olarak yansıtma konusunda verdiği uğraş da bu isteksizliğin bir eseri. Halbuki, SAMER’in iki hafta evvel yaptığı şu anket ve bölgedeki 7 ilin baro’sunun Nevruz trajedisi üzerine yaptıkları şu ortak açıklama gibi, bu fotoğraflar  da yeterince açıklayıcı Kürt sorununun ne olduğu ve nasıl çözülebileceği konusunda. Ama tabi önce görmeyi ve çözmeyi istemek gerek…

Kürt sorununun özünü ve geldiği tıkanmayı en iyi analiz eden kişilerden biri, Türkiye’nin yüzakı kurumlarından Mazlumder‘in Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’dır. (Mesela Mazlumder’in şu raporu ve Ahmet Faruk Ünsal’ın bu mülakatı okunmadan doğru anlaşılamaz Kürt sorunu). Ahmet Faruk Ünsal, Nevruz kutlamaları sırasında yaşanan trajediyi de en iyi değerlendiren isimdi bence. Bu yüzden, “sizin yazdıklarınızı başkaları daha iyi yazıyorsa, yahut siz herkesin yazdıklarını yazıyorsanız, kırın kaleminizi” diyen Andre Gide’i dinliyor ve bu hafta yazı yazmaktansa Sayın Ünsal’ın 21 Mart tarihli basın açıklamasını aktarıyorum.

Kürt sorununun “Türkiye bütünlüğü” içinde çözülmesini isteyen herkes, hem Ahmet Faruk Ünsal’ın aşağıda aktardığım uyarılarını hem de Mithat Sancar ve Cengiz Çandar‘ın “1990’lara dönüş” ve Kürtlerdeki “ruhî kopuş” noktalarındaki ikazlarını dikkate almak zorundadır artık. Zira barış ve beraberlik için hala çok geç değilse de, köprüden önce de çok çıkış kalmadı!

2012 YILINDA DA NEWROZ’U BAYRAM GİBİ KUTLAYAMADIK

Newroz’un bu sene hafta içine gelmesi nedeniyle geçen senelerde olduğu gibi kutlamaların hafta sonuna kaydırılması talebi İçişleri Bakanlığı nezdinde kabul görmeyince Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan kutlamalar güvenlik nedeni gösterilerek yasadışı ilan edildi. Polisin müdahale ettiği ve göstericilerin de mukabele ettiği yerlerde göstericiler öldü, göstericilerden açılan ateşle güvenlik güçlerinden yaralananlar oldu, muhalif parti milletvekilleri polisler tarafından darp edildi, gözaltılar yaşandı, özel ve kamu malları zarar gördü. Dünya’nın pek çok yerinde tabiatın canlanması bayramı olarak kutlanan Newroz’un ölüm ve vahşet gününe dönüştürülmesi kabul edilemezdir. Şiddetin ne taraftan gelirse gelsin onaylanması mümkün değildir.      

Devletin önce varlığını kabul etmediği, sonra Türkleştirerek Kürt siyasi hareketini toplumsallaştıran önemli bir olguyu dönüştüreceği ümidiyle resmileştirdiği Newroz’u 21 Mart dışında kutlamayı güç kullanarak yasaklaması, “Tandoğan”  sendromunun nüksettiğini ve meşruluğun yegane kaynağı “tanrı-devlet”  anlayışına geri dönüldüğünü göstermektedir. Daha önceki yıllarda hafta sonuna kaydırılan kutlamaların olaysız geçmesi devletin eksildiği hissini mi vermiştir ki bu sene devlet, mevcudiyetini kitleler üzerine güç araçlarını hesapsız kullanarak göstermek istemiştir. Oysa Türkiye’nin bütün siyasi tarihi, güvenlikçi devlet reflekslerinin toplumsal sorunları ağırlaştırıp içinden çıkılmaz hale getirdiğini ve uluslararasılaştırdığını gösteren örneklerle doludur.

Devlet kendi resmi bayramlarını hangi protokol ve resmigeçit kuralları içinde düzenleyecekse düzenlemeli ama tamamen sivil bir konu olan dini ve bu türden bayramlardan, resmi tatil yapmak dışında elini çekmelidir. Eğer Newroz resmi tatil olsa idi kutlamaların hafta sonuna alınması gibi ihtiyaç doğmayacak ve güvenlik gerekçeli izine tabi bir etkinliğin konusu olmayacaktı.

Devlet, Newroz nedeniyle yaşanan şiddeti, başta TBMM ve diğer denetleme kurumlarıyla araştırıp kamuoyunu tatmin edecek şekilde aydınlatmalıdır. Hükumet de, Recep Peker modeli Dâhiliye Nazırlığı’ndan insan hak ve özgürlüklerini önceleyen İç İşleri Bakanlığı modeline bir an önce geçmelidir.

Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, 21 Mart 2012

By fekmekci

4 comments on “Nevruz: Köprüden önce kaç çıkış kaldı?

  1. Başbakan “İşte terörist liderlerinden bir tanesinin “kan gölüne çevireceğiz” diye yaptığı açıklamayı duymuyor musunuz? Kulağınız var sağır mısınız? ” şeklinde açıklama yaparak Nevruz’a neden haftasonu vizesi çıkmadığını açıkladı.
    “Sizlerin alamadığınız haberleri niçin bizim alabileceğimizi düşünmüyorsunuz? Bizi ister istemez daha temkinli hareket etmeye sevk etmektedir.” diyerek de ağzı olan konuşmasın, biz işimizi biliriz dedi.
    Yanılmıyorsam, yanlış yorumlamıyorsam bu; biz önlem alamayız o sebeple yasaklarız demek oluyor.
    Bir de ateist bir lider seçilse ülkede ve Türkiye cümlenin gerçek manası ile kan gölüne dönüşüyor denilse kurban bayramları da iptal olacak mı?

    • Esra,
      Öncelikle katkın için teşekkürler.
      “Güvenlikçi” bir zihniyete sahipseniz, her şeyi yasaklayacak bir mazeret bulursunuz zaten. Aynı zihniyetin önceki temsilcilerine göre de başörtülü gençler üniversitelere girince şeriat gelecekti ve Kürtler Kürtçe müzik dinleyince ülke bölünecekti… A.F. Ünsal ve M. Sancar’ın da belirttikleri üzere, Türkiye tarihi bu güvenlikçi zihniyetin sorunlarımızı büyüten ve çözümsüzleştiren örnekleriyle doludur.
      Yasağın ve şiddetin asıl sebebi; devletin, varlığını hissettirmek, KCK operasyonlarını haklılaştırmak ve Nevruz kutlamalarının ortaya koyacağı resmin görünmesini engellemek istemesiydi. Bu, yanlış ve haksız bir politikaydı ve haliyle de ters tepti; Kürtleri AKP ve devletten biraz daha fazla soğutmaktan başka bir işe yaramadı. Topuktan vurmakta üstümüze yok zaten!

Yorum bırakın