90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak

Sözlü tarihin ve biyografilerin hem entelektüel hem de toplumsal gelişim açısından özel bir önemi olduğunu düşünürüm. Mesela Türkiye Yahudileri’nin tarihini şurdan da okuyabilirsiniz ama Türk Musevi Cemaati onursal başkanı Bensiyon Pinto’nun otobiyografisi (Anlatmasam Olmazdı) daha iyi bir tercihtir benim için.  1915’e dair –mevcut pozisyonunuza göre- Taner Akçam’ın Ermeni Meselesi Hallolunmuştur ya da Yusuf Halaçoğlu’nun Ermeni Tehciri’nden feyiz alabilirsiniz; ama Torunlar kitabı size bu konuda çok daha insani ve çok daha sıcak bir pencere açacaktır bence.  Ya da Cumhuriyet döneminde Kürt siyasetine dair onlarca siyasal ve tarihi kitap bulabilirsiniz. Ama bunlardan hiçbirinin -mesela- Canip Yıldırım’ın ya da Abdülmelik Fırat’ın yaşamöyküleri kadar etkileyici, sürükleyici ve anlamlandırıcı olacağını zannetmiyorum.

Biyografiler, ya da daha genel olarak “kişisel öyküler”, önemlidir. İnsanın toplumsal ve siyasal sorunların pek çoğunda ruhsuz bir “istatiksel veri”ye  dönüştüğü günümüz dünyasında, kişisel öyküler karşımızdaki insanların bizim zihinlerimizde kaybettikleri ruhlarını tekrar kazanma imkanını sağlıyor. Bu sayede de toplum olarak yitirdiğimiz empati yetimizi yeniden canlandırma şansımız artıyor. Türkiye’nin güvensizliğin ve ötekileştirmenin patolojik bir boyutta olduğu ülkelerden biri olduğunu göz önüne alırsak, kişisel hikayeler ülkemiz için ayrı bir önem kazanıyor. Zira kişi bilmediğinin düşmanıdır. Ya da Slovenyalı filozof Zizek’in ifadesiyle, “En çok düşman olduklarımız hikayelerini en az bildiklerimizdir.”

1990’lar, her biri Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı yılı olmaya aday 10 yıldır belki de. Kimimiz “terörle savaş”, kimimiz “olağanüstü hal (OHAL)”, kimimiz “düşük yoğunluklu çatışma”, kimimiz de “iç savaş” yılları olarak anıyor o yılları. Bildiğin Gibi Değil: 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak (2011) Türkiye’nin bu sıkıntılı zaman dilimine orijinal bir perspektiften ışık tutmaya çalışan bir kitap. PKK’nın silahlı saldırılarının ve devletin “olağanüstü” güvenlik önlemlerinin paralel bir şekilde arttığı 90’lı yıllarda, çatışmaların en şiddetli bir şekilde yaşandığı Çukurca, Şemdinli, Cizre gibi ilçelerde “çocukluk” nasıl geçer? Bildiğin Gibi Değil, bu soruya 90’lı yıllarda bu yerlerde çocukluk ve gençliklerini geçiren ve bugün yaşları 25-35 arasında değişen 19 genç ile yapılan röportajlar üzerinden bir cevap bulmaya çalışıyor. Fiili ev hapsi, kitlesel gözaltı, işkence, aşağılanma, göç, ölüm, dama düşen havan topu ve nicesinin sıradanlaştığı bir dünyada erken büyümek zorunda bırakılan hayatlarla yapılan bu röportajlar değerli bilgi ve değerlendirmeler sunuyor okuyucuya. Kürt meselesini ve özellikle de PKK’nın toplumsal desteğinin sebeplerini sağlıklı bir şekilde anlamak isteyenler için Bildiğin Gibi Değil‘i şiddetle tavsiye ediyorum. Okuyun; zira başkalarının hikayeleri gerçekten bildiğimiz gibi değil… Kitabı bitirince şaşkınlık, kızgınlık ve acıma duygularından bir demet kalıyor içinizde. Kitabın benim için en aydınlatıcı yanı ise Kürtlerin önemli bir kısmının neden “genel af” ifadesinden alındığının da Kürt sorununun kalıcı bir çözümünün bir parçası olacak “genel af”fın sadece Kandil’i değil 70 milyonu kapsaması gerektiğinin de daha bir netleşmesi oldu.

Bildiğin Gibi Değil‘i ABD’li gazeteci Aliza Marcus’un PKK’nın ortaya çıkışını ve gelişimini ele aldığı başarılı çalışması Blood and Belief: The PKK and the Kurdish Fight for Independence (2009) ile birlikte okumanızı tavsiye ederim (kitap İletişim Yayınları tarafından Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi adıyla Türkçe’ye çevrildi). Çeşitli sebeplerle PKK’dan ayrılmış eski PKK üyeleriyle yapılan görüşmelere dayanan bu kitap, PKK’nın sadece  tarihsel gelişimini değil, aynı zamanda onun örgütün politikalarını yahut Öcalan’ın liderliğini sorgulayan Kürtlere yönelik işkence, katliam ve infazlarla dolu acımasız şiddet boyutunu da başarılı (ve soğukkanlı) bir şekilde ortaya koyuyor. Ve bu sayede, zulmün Türklük veya Kürtlük’ten değil, toprağı ve milleti kutsayan ideolojilerden kaynaklandığı görmek daha kolay oluyor.

4 comments on “90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak

  1. hocam -garanti olsun diye- bayramınızı bir de buradan kutlayayım: bayramınızı tebrik eder, hayırlı, başarı ve güzelliklerle dolu bir ömür dilerim.

    yazınızda bahsettiğiniz “Bildiğin Gibi Değil: 90′larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak” (2011) kitabının tanıtım yazısı ve değindikleriniz aklıma askerlik görevimde tanıştığım ve ’90 kuşağının mensubu pek çok PKK sempatizanı(olmaya itilmiş/-laştırılmış) Kürt kökenli askerin Türk ordusuna -ve dolaylı olarak T.C.(!)ye- olan öfkesini yansıtan trajik hikayelerini dinlediğim günleri hatırlattı bana. marazi ve patolojik sosyal/siyasi sorunlarımız hala çok keskin, ‘niyet siyaseti’ makalenizde de gösterdiğiniz gibi.

    ayrıca dikkat ettim de, yazılarınızda en vurucu cümleyi 12. raunda yani son cümleye saklıyorsunuz ve bu son darbeye karşılık vermek neredeyse imkansızlaşıyor 🙂

    “…zulmün Türklük veya Kürtlük’ten değil, toprağı ve milleti kutsayan ideolojilerden kaynaklandığı görmek daha kolay oluyor.”

    “…herkesin bir diğerini “vatan haini” olarak gördüğü bir toplumda belki de farkında olmadan herkes vatana ihanet ediyor olacaktır.”

    • Sağol Mehmet. Emailini cevaplayacaktım ama ben de burdan kutlayayayım artık bayramını. Senin de bayramın mübarek olsun…
      Bir ara dinlemek isterim “askerlik hatıralarını”.

Yorum bırakın