Vicdani Ret ve “Zamanın Ruhu”nu Iskalamak

Ayar, saniyenin peşinden koşmaktır.” –Saatleri Ayarlama Enstitüsü, A. H. Tanpınar-

Bir hakkın temel ve evrensel bir insan hakkı olup olmadığı nasıl anlaşılır? Bu konuda rivayet çeşitli; ama bence en kestirme yol “muasır” demokrasilerin uygulamalarına bakmaktır. İster İslam’daki icma prensibinden, ister modern hukuktaki “egemen fikirler” anlayışından, isterse de Mustafa Kemal’in “Memleketler muhteliftir (çeşitlidir) fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi (gelişmesi) için de bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır” düşüncesinden yola çıkalım, varacağımız yer şudur: Modern demokrasilerin kahir ekseriyetinin tanıdığı bir hak temel bir insan hakkıdır. Nokta.  İnsanlığın tecrübesine saygı duymak ve bu tecrübeyi “yol gösterici” ve “zaman kazandırıcı” bir kaynak olarak görmek lazım. Bugün bile kadınların oy kullanma ya da boşanma hakları “teorik olarak” pekâlâ tartışılabilir (zaten en muasır ülkeler bile yüz yıl öncesine kadar tartışıyorlardı bunları), ama bugün bu haklara yönelik bir tartışma “deli saçması” olarak görülür; çünkü bu hakların temel insan hakkı olduklarına yönelik “demokratik icma” vardır.

Bugünlerde üzerinde fırtınalar kopardığımız “vicdani ret” için de aynı metodu kullanmayı tercih ediyorum.  Vicdani rettin neden bir temel insan hakkı olduğuna yönelik sayısız felsefi argüman yapılabilir; ama bence günümüz dünyasında bu nafile bir uğraştır. Çünkü Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin -Türkiye ve Azerbaycan hariç- tamamında vicdani ret hakkı tanınmıştır. Bir başka deyişle, zorunlu askerliğin olduğu TÜM Batı demokrasilerinde vicdani ret hakkı temel bir insan hakkı olarak görülmektedir. İpso facto (dolayısıyla ve bu yüzden),  günümüz dünyasında vicdani ret hakkı tartışılmaz bir haktır. Nokta. (Ek olarak şunu da söylemek gerekir ki bu noktada sıkça dillendirilen bir itiraz olan Türkiye’nin “kendine has” coğrafi ve güvenlik koşulları olduğu argümanı geçersiz bir argümandır. Çünkü Batı demokrasilerinin hemen hepsi vicdani ret hakkını güvenlik açısından “tuzu kuru” oldukları günümüzde değil, sıcak ya da soğuk savaşlarının tam göbeğinde kabul etmişlerdir. İngiltere 1916, Danimarka 1917, İsveç ve Hollanda 1920, Norveç 1922, Finlandiya 1931, Almanya 1949, Fransa ve Lüksemburg 1963, Belçika 1964,  İtalya 1972, Avusturya 1974, Portekiz 1976 ve İspanya 1978 yılında vicdanı ret hakkını tanımıştır.)

Evet, Batı’nın medeniyetini ve demokrasisini sorgulayabiliriz, hatta yer yer Batı Avrupa ve Amerika’yı “vahşi emperyalistler” olarak görebiliriz. Ama toz bulutu kalkıp iş “bir devlet kendi vatandaşına nasıl muamelede bulunmalıdır?” konusuna geldiğinde, Mustafa Kemal’de “muasır medeniyet”,  Mesut Yılmaz’da “değişim”, Egemen Bağış’da “insanlik tarihinin en önemli barış projesi” şeklinde ifade bulan mananın tekabül ettiği coğrafyanın neresi olduğu konusunda hiçbir şüphemiz de yok. Zaten bu yüzden bizim milli programlarımızda “Türk Hükümeti, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini, Cumhuriyetimizin kurucu felsefesini ve Atatürk’ün geleceğe bakışını doğrulayan kilit bir aşama ve Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir basamak olarak değerlendirmektediryazıyor. Hal böyleyken, vicdani ret konusundaki muhalif argümanlarını “Bakınız Yunanistan, Rusya, Ermenistan’da da şöyle böyle!” şeklinde açıklayan büyüklerimiz en az şu videodaki vatandaşlarımız kadar bir coğrafi disorientation’a uğramış olmuyorlar mı?

Özetlersem, vicdani ret hakkı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana öykündüğü çağdaş demokratik ülkelerin hiçbirinin sorgulamadığı bir haktır. Ve bu yüzden de tartışmaya açık değildir. Ama Türkiye’yi yönetenler (HSYK’nın yapılanmasından milli güvenlik derslerindeki kıyafete) pek çok meselede kullandıkları bu demokratik icma yöntemini vicdani ret konusunda kullanmamak için bin dereden su getiriyorlar. Türkiye, vicdani retçi Türk vatandaşı Murat Ülkü’ye verilen mükerrer cezalardan dolayı geçtiğimiz ay AİHM tarafından tazminat ödemeye mahkûm edildi. Hükümet yetkilileri AİHM’nin bu kararının birden fazla cezalandırmadan kaynaklandığını ve bu kararın Türkiye’den vicdani ret hakkını tanımasına yönelik bir talep içermediğini iddia ediyorlar. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in karara yönelik yaptığı açıklama şöyleydi mesela:

AİHM, Türkiye’yi mahkûm ettiği karardan Murat Ülke’nin cezasının teselsül etmesinden dolayı, aynı cezanın tekrar tekrar verilmesinden dolayı mahkûm etti. Şu tespiti yapmak mümkün: AİHM’in Türkiye hakkında verdiği ihlal kararı, Türkiye’deki zorunlu askerliğin mevcudiyeti ile ilgili değildir. Türkiye’de zorunlu askerlik olduğu için böyle bir karar verilmemiştir. Zorunlu askerliği reddetmenin hürriyeti bağlayıcı cezası vardır. AİHM bundan dolayı da hükümeti mahkûm etmemiştir… Zorunlu askerlik tartışma konusu değildir. Zorunlu askerliği reddetmenin karşılığında bir hürriyeti bağlayıcı ceza olması tartışılmıyor. Bu cezanın teselsül etmesi tekrar tekrar verilmesi tartışılmaktadır. Medyada bu konuda hiç konuşulmayan, düşünülmeyen şeyler tartışılmaktadır.”

Bakan Ergin’in yaptığı bu okuma hem yanlış hem de üzüntü verici. Bu okumanın yanlışlığını anlamak için önce Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olduğunu ve bu yüzden AİHM’nin verdiği kararları bir bütünlük içinde değerlendirmesi gerektiğini hatırlamak sonra da AİHM’nin Temmuz ayında verdiği Bayatyan kararına bakmak yeterlidir. Zira Bayatyan kararının metni Avrupa Konseyi ve AİHM’nin vicdani ret konusunda nerde durduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır (karar metninin Türkçe çevirisine IHOP’un sitesinden ulaşabilirsiniz). Öncelikle, karar metni içinde detaylandırıldığı üzere, “Avrupa Konseyi içinde hem Parlamenterler Meclisi (AKPM) hem de Bakanlar Komitesi çeşitli vesilelerle henüz vicdani ret hakkını tanımamış üye devletlerin hakkı tanımaları çağrısında bulunmuştur”. Ayrıca, 2000 yılında üyelik başvurusunda bulunan Ermenistan’a yapıldığı gibi, “vicdani ret hakkının tanınması örgüte yeni üyeler alınmasında bir ön koşul hâline gelmiştir”. Dolayısıyla, Bayatyan kararından önce dahi vicdani ret Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin tanıdığı ve yeni üyelerinden de tanımalarını istediği bir haktı. Bayatyan kararının özel önemi ise, “zamanın ruhu”na uygun olarak, AİHM’nin hukukun insanlığın tekâmülüyle paralel bir şekilde “yaşayan araç” olarak evrimsel bir yaklaşımla ele alınması gerektiğine vurgu yapması ve daha önceden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesinde düzenlenen “din ve vicdan özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmeyen vicdani ret hakkının artık bu kapsamda ele alınması gerektiğini söylemesidir. Karar metninin ilgili üç paragrafından aynen aktarırsam:

Paragraf 112: Mahkeme bu bağlamda, Sözleşme’nin günün koşulları ve bugünün demokratik devletlerinde egemen fikirler ışığında yorumlanması gereken yaşayan bir araç olduğunu tekrar etmektedir.

Paragraf 119Önceden belirtilenlerin ışığında ve “yaşayan araç” yaklaşımıyla aynı doğrultuda, Mahkeme, Komisyon’un belirlediği içtihadı doğrulamanın mümkün olmadığı ve 9. maddenin artık m. 4/3-b ile birlikte okunmaması gerektiği bakış açısına sahiptir. Sonuç olarak, başvurucunun şikâyeti yalnızca 9. maddeye göre değerlendirilebilir.

Paragraf 120Bu bağlamda, Mahkeme 9. maddenin vicdani ret hakkını açıkça ifade etmediğine işaret etmektedir. Ne var ki, orduda hizmet etme yükümlülüğüyle kişinin vicdanı veya içtenlikle ve gerçekten sahip olduğu dini veya diğer inançları arasındaki ciddi ve üstesinden gelinemez bir çelişkiyle gerekçelendirildiğinde askeri hizmeti reddetmek 9. maddenin teminatlarından yararlanmak için yeterli derecede inandırıcı, ciddi, tutarlı ve önemli bir kanaat ya da inanç oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, vicdani ret hakkı, AİHM tarafından artık temel bir insan hakkı olan “din ve vicdan özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmektedir. Hal böyleyken, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olan Türkiye’nin vicdani ret hakkını tanımasına yönelik bir beklenti ve gereklilik yokmuş gibi bir yorumlama yapılması doğru değildir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki “Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir” ifadesini bir Türk vatandaşı olan Faruk Ekmekçi’nin “bu madde benim hakkımda değil, çünkü doğrudan benden bahsetmiyor” şeklinde yorumlaması ne kadar sıhhatli ise Bayatyan kararında vicdani ret hakkını “din ve vicdan özgürlüğü” kapsamında ele alan AİHM’nin tarafı olan Türkiye’nin, AİHM’den bu konuda doğrudan aleyhte bir mahkumiyet kararı almadığı için Avrupa Konseyi’nin Türkiye’den vicdani ret hakkını tanıyan yasal bir düzenleme yapmasını beklemediğini söylemesi de o kadar sıhhatlidir.

Açıkçası hükümetin bu yaklaşımı yanlış olduğu kadar üzüntü vericidir ve Türkiye’nin yapısal bir sorununa ayna tutmaktadır: kendiliğinden evrilememe sorunu! Maalesef son yirmi yılda attığımız demokratik adımların nerdeyse hepsini Avrupa Birliği’nin “üyelik havucu” sayesinde attık. Görünen o ki “Batı yakası”ndaki tüm demokratik ülkelerde temel bir hak olarak görülen vicdani ret hakkını da ancak Türkiye aleyhine verilmiş doğrudan bir mahkûmiyet kararı sonrasında atacağız (ki Yunus Erçep davasındaki gelişmeler bunun da eli kulağında olduğunu gösteriyor). Hem üzücü hem de ironik bir durum bu. Zira şu günlerde Arap dünyasına demokratik bir model sunma iddiasındaki Türkiye, atması gereken demokratik adımları “gâvurlar zorlamadan” atmayan bir devlet olmaya devam ettikçe Türkiye’nin modelliği ne kadar anlamlı ve sahici olabilir ki?!

Hükümetin vicdani ret hakkı konusundaki yaklaşımı, Türkiye’nin modern dünyanın geldiği düzeyi ve içinde yaşadığımız zamanın ruhunu anlama noktasında ciddi sıkıntıları olduğunu göstermektedir. Ve bu son derece ciddi bir sorundur. Zira -20 sene önce atılması gereken adımların bugünlere ertelenmesi sebebiyle bugün can yakıcı bir kördüğüme dönüşen Kürt meselemizin geldiği durumdan da bildiğimiz üzere- “siyasi” hataların en kötüsü zamanın ruhunu ıskalamaktır…

9 comments on “Vicdani Ret ve “Zamanın Ruhu”nu Iskalamak

  1. Yazinin konusu cok guzel, analizler de guzel. Ancak yazarin dili hafif kullanmasini, hatta cumlelerini daha basit kilarak, okurun seviyesine inmesini tavsiye ederim. Lutfen okuyuculariniza insaf edin, anlayan var, anlamayan var. Bir konuda iskaladiginizi dusunuyorum, bu konuyu evrensel olarak degerlendirseniz de, halkin vicdani ne diyor, ona da bakmak gerek bence. Eger halk referandumda buna “vicdani ret” e evet derse, hic olmazsa cevrenin baskisindan kurtuluruz, bizim sorunumuz yasayla degil, cevre baskisiyla, yasa bir sekilde cikar ama halkin baskisi omur boyu surer askerligini yapmazsan..Biraz da bu konulara deginirseniz sevinirim. Saygilar. Hakan Solak

  2. Sunulsa nolacak, toplum baskisi olduktan sonra? Sizin gibi aydinlardan, toplum baskisindan nasil kurtulunur yonunden cozum onerileri bekliyoruz. Halkin seviyesine inilirse cozum onerileri bulunulabilir belki.

    • Hakan,
      Her yazı halkın tamamına hitap etmek zorunda değildir. Karar vericiler ve kanaat önderleri arasında “doğru adımlar” üzerinde yeterli bir uzlaşı sağlanırsa pek çok şey kendiliğinden düzelir…
      Toplum baskısı dediğin şey belki de gerçekte olmayan bir durumdur. Bu memlekette binlerce “bedelli” geziyor, hiçbirine saldırmadı kimse. Muhtemel korkular ve olumsuz sonuçlardan dolayı insanların temel hak ve özgürlükleri kısıtlanamaz… Hem 80 senedir bu memlekette her özgürlüğün önüne bir “öcü” dikilmesinden usanmadık mı artık?
      Ama yine de bu memlekette insanlar vicdani kanaatleri yüzünden başkalarına baskı yapacaklarsa, bu benden ziyade Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorunu.

      • Dogru diyorsunuz, binlerce bedelli var kimse saldirmadi, ancak vicdani ret konusunda emin degilim. 🙂 Sonucta bedava bedelli gibi biseyArtik konu bir yasalassin uygulamalarina bakacagiz, hem yazinizda dediginiz gibi vicdani ret kullanan vatandasin basina gelen pismis tavugun basina gelmemis gibi anladigim kadariyla..O yuzden bu konunun yayginlasip toplum tarafindan benimsenmesini beklemek lazim..Yoksa ilk kurban olmak istemem..Bir de diger ulkelerde “vicdani ret” i nasil isimlendirmisler o konuya deginirmisiniz? Direk bize ozgu anlamiyla vicdani ret mi yoksa baska bir mana var mi merak ediyorum?

  3. Öncelikle güzel yazınız için teşekkür edeyim. Sayfanızı yeni keşfedenlerdenim.

    Konunun düşünce ve vicdan özgürlüğü boyutunun ve diğer pek çok boyutunun yanında bir de Türkiye ve Kürt meselesi ile ilgili kısmı var (ki ülkede sanırım askerliğin zorunlu ve vicdani reddin kabul edilemez olması çokça ‘düşman’ olduğu ve ‘milli bütünlüğün korunmak zorunda’ olduğu savlarıyla desteklenmekte).

    Çocuk yaşta sayılabilecek ve eline silah vererek bir şekilde -ve genellikle zorla- savaşın bir parçası haline dönüştürülen, bu yapılırken de karşısında gerçekten bir düşman olduğu, onu öldürmek ve kökünü kazımak zorunda olduğu, ölümden başka yol olmadığı anlatılan ve zihinlerine kazınan birileri var. Bu birileri 20 yaşında ‘zorunlu’ olarak askere alınan ve istemsiz de olsa savaşmak zorunda bırakılan, aksi takdirde hayatının büyük bir bölümünü vatan haini damgası da yiyerek hapishanelerde geçirmek zorunda kalan kişilerdir. Şahsi gözlemim askerlik hizmetini yapan ve ‘şans eseri’ evlerine sağ olarak (ama salim olmayarak) dönen kişilerin büyük bir çoğunluğunun daha milliyetçi, düşmanca tavır ve tutumlar sergileyen, empatiden uzak ve sabit fikirli bireylere dönüştüğü şeklindedir. Bu bireyler de barıştansa savaşmaya devam etmeyi düşünen kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır.

    Özgür düşünce ve irade ortamını sağlayamadıktan sonra dünyanın hiçbir yerinde devlet eliyle beslenen ideolojilere hizmet etmekten kendimizi alı koyma şansımız yoktur. Bu noktada sanırım zorunlu askerlik hizmeti de savaşa mermi taşımaktan başka bir anlam ifade etmez ve barışa giden yoldaki en önemli engellerden birini teşkil eder. Yani iç barış gibi bir olgu yaratmak gibi bir hedefimiz varsa yine bu kapıyı açmada ‘vicdani ret hakkı’ hatta ‘zorunlu askerlik hizmetinin feshi’ önemli araçlar olacaktır.

    Mahalle baskısı dediğimiz olguyla ilgili olarak Nazım Hikmet’in güzel bir şiiri vardır “koyun gibisin kardeşim, / gocuklu celep kaldırınca sopasını / sürüye katılıverirsin hemen / ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.” Durum sanırım bu noktaya çıkar. Sevgili medyamız ve devlet büyüklerimiz bunun hayırlı bir şey olduğunu iki kere söyleyiverdiler mi hiç kimse ‘yok canım olmaz’ demeyecektir bence.

    • Yasin bey,
      Vicdani reddin (ya da genel olarak zorunlu askerlik sisteminin) iki önemli boyutuyla ilgili samimi ve değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. Görüşlerinizle mutabıkım.

  4. Geri bildirim: Vicdani Ret / Zorunlu Askerlik / Militarizm | Serdargunes' Blog

Yasin BİÇER için bir cevap yazın Cevabı iptal et