Kürt meselesi: Britanya’dan Dersler

Eğer bir halk ayrılmaya karar vermişse, Allah onu önleyeceklere yardım etsin.” (Christine Graham, İskoçya Ulusal Partisi milletvekili)

Artık kof bir güç gösterisine dönüşen PKK saldırıları ile yürek dağlayan şehit cenazelerinin arttığı bir dönemde inanması güç gelebilir çoğumuza; ama Kürt sorununun uzun vadede siyasi ve barışçıl çözümü konusunda ümit verici gelişmeler oluyor Türkiye’de. Bu gelişmelerden biri Türkiye Kürtlerinin düşünceleri ve PKK’nın silahsızlanması konularında anlamayı ve sorun çözmeyi hedef alan objektif/bilimsel çalışmaların yaygınlaşması. Örneğin KONDA’nın “Biz Kimiz ’10: Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler”, BİLGESAM’ın “Kürtler ve Zazalar ne Düşünüyor?” ve TESEV’in “Dağdan İniş: PKK Nasıl Silah Bırakır?” araştırmaları öğretici, ufuk açıcı ve yönlendirici veri ve değerlendirmeler içeriyor. Diğer önemli bir gelişme de Kürt milliyetçisi olduğu için devletin, şiddet karşıtı olduğu için de PKK’nın peşine düştüğü ve bu yüzden de 31 yıldır İsveç’te mülteci olarak yaşayan Kemal Burkay’ın bugün Türkiye’ye dönüş yapması. Burkay’ın dönüşünü, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için hak edilmiş bir iade-i itibar olmasının ötesinde, Kürt siyasetinin şiddetten arınması ve çoğulculaşması için de önemli bir katkı olarak görüyorum. Yine önemli bir gelişme de Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği 5 günlük Britanya gezisi. AKP, CHP ve BDP milletvekilleri ile akademisyen ve gazetecilerden oluşan bir heyet, İngiltere, İrlanda ve İskoçya’da “kısmi özerklik ve Britanya merkezi hükümetinin bazı yetkilerinin devri” konusunda saha çalışması yapmak ve Britanya’nın tecrübelerinden istifade etmek amacıyla geçtiğimiz hafta Belfast, Londra ve Edinburg şehirlerini kapsayan bir gezi gerçekleştirdi.

Yukarıdaki gelişmelerden özellikle sonuncusu benim için büyük bir sürprizdi açıkçası. Etnik terör ve etnik milliyetçilik Türkiye dışında onlarca ülkenin de sorunu; ama biz Türkler Kürt meselesini bize özgü bir sorun olarak algılamayı tercih ettik yıllarca. Siyasilerimiz de akademisyenlerimiz de bigane kalmayı yeğledi diğer demokratik ülkelerin etnik terörle mücadelelerindeki tecrübelerine. Türkiye’nin, kendi sınırları içindeki etnik milliyetçiliği ve terörü anlama çabalarını, Bismarck’ın “Aptallar tecrübeyle öğrenir, ben başkalarının tecrübelerinden öğrenmeyi tercih ederim” yaklaşımı değil, kerameti kendinden menkul “Biz bize benzeriz” inancı yönlendirdi yıllarca. Hâlbuki insanlar gibi toplumlar da birbirlerine benzerler ve benzer durumlarda benzer davranışlar ve tepkiler sergilerler. Zaten sosyal bilimler de, bir yönüyle, bu benzer davranış ve tepkileri sistemli bir şekilde anlama ve izah etme çabasıdır. Ve biz pek rağbet etmesek de, kıyas ve sınama ile elde edilen bilimsel bulgular kıymetlidir; çünkü deneme-yanılma, toplumsal sorunları çözmede hiç de etkili bir metot değildir…

Bu yüzden, sürpriz bulmakla birlikte, içinde siyasetçi, akademisyen ve gazetecileri barındıran Türkiyeli bir heyetin Avrupa etütlerine çıkmasını önemsiyor ve destekliyorum. Yakın bir gelecekte Kürt siyaseti/milliyetçiliği bir şekilde de-militarize olacaktır, ama bu Türkiye’nin Kürt meselesini sonlandırmayacaktır. “Şiddetsiz ayrılıkçılık” Türkiye’nin orta vadede en önemli meselelerinden biri olmaya devam edecektir. Bu yüzden Türkiye, sadece PKK’yı silahsızlandırma konusunda değil, şiddetsiz ayrılıkçılığı anlama, dindirme ve icabında kanıksama konusunda da Britanya ve İspanya’nın tecrübelerinden istifade etmelidir.

Britanya’yı ziyaret eden heyette bulunan gazeteci Cengiz Çandar birkaç gündür Britanya izlenimlerini yazıyor Radikal’deki köşesinde. Türkiye’nin az sayıdaki “akil adam”larından biri olduğunu düşündüğüm Çandar’ın İskoç milliyetçiliği hakkındaki bugünkü yazısını aşağıya aynen ekliyorum. İrlanda ve Bask milliyetçilikleri üzerine kayda değer eserler yayınlanmaya başlasa da, Britanya’daki “ayrılıkçı, ama şiddet karşıtı” İskoç milliyetçiliği çoğumuz için gizliliğini devam ettiriyor…

Kürt sorunu’na İskoçya dersi: Hem ‘ayrılıkçı’ hem de ‘şiddet karşıtı

CENGİZ ÇANDAR

EDINBURGH – Binanın tam girişinde ‘The Scottish Parliament’ yazısını görmekte şaşırtacak bir taraf yok. Çünkü ‘İskoçya Parlamentosu’nun önündeyiz. Ama ‘The Scottish Parliament’ yazısının hemen altındaki yazı beklenmiyordu.
‘Parlamaid na h-Alba’…
O da ‘İskoçya Parlamentosu’ demek. Ama, İskoçça. Daha doğrusu İskoçların etnik kökeninin dayandığı Keltlerin dili olan Gaelic (geylik diye okunuyor). İskoç Gaelic’i, İrlandalıların anadili olan Gaelic’ten birbirlerini karşılıklı anlamalarına imkân vermeyecek kadar uzakmış üstelik. Köken itibariyle İskoçların İngilizlerle hiç ilgisi yok. İngilizlerin ‘Anglosakson’ kökenli olmasına karşılık. İskoçlar, İrlandalılar ve Gallerliler, Kelt (Celtic) kökenli. Ayrı kökenler, apayrı diller.
‘Çift dil’ sadece İskoçya Parlamentosu’nun dış girişinde değil, binanın içinde de her yerde. Toplantı odalarından birinin önünde bu anlama gelen, İngilizce ‘Debating Chamber’ yazıyor ve hemen altında ‘Seomar Choinneamhan Naidheachd’…
Ama Gaelic konuşanlar, İskoçya’nın 5 milyon dolayındaki nüfusunun yüzde 10’undan biraz fazlaymış. Genellikle ülkenin en üst bölümünde yaşayan 800 bin dolayında İskoç, günlük hayatında da Gaelic konuşuyormuş (Bu arada ülke nüfusunun yarısının Edinburgh-Glasgow arasında ve bu iki şehirde yaşadığını öğrendik). Gaelic’in yeri İskoçya’da o kadarcık ama bir ulusal kimlik ifadesi olarak ‘simgesel değeri’ İskoçya Parlamentosu’nda anlaşılıyor.
Gaelic, bildik Birleşik Krallık bayrağından farklı, mavi zemin üzerine iki beyaz çapraz çizgiden oluşan İskoçya bayrağı kadar, İskoçya kimliğinin bir ifadesi şimdi.
İskoçya Parlamentosu’nun 1707’de lağvedilmesinden sonra 300 yıla yakın bir aranın ardından, ‘yetki devri’ ile İskoçya’nın ‘hükümranlığı’nın önemli bir bölümünü geri almış olması, ulusal gururunu da okşuyor İskoçların besbelli ki. ‘Yetki devri’ ile İskoçya, Birleşik Krallık içinde bir tür ‘özerklik’ konumu.

‘Ayrılıkçılar’ iktidarda

‘Kürt sorununun çözümü’ne katkı ufku ile Demokratik Gelişme Enstitüsü’nün gerçekleştirdiği 8 milletvekilinin de yer aldığı ‘dünya deneyimlerinden öğrenmek’ diye nitelendirilebilecek Birleşik Krallık turunun son ayağı İskoçya’dayız.
1 Mayıs 2011’de, yani şunun şurasında üç ay önce yapılan seçimleri, ‘ayrılıkçı’, bir başka deyişle ‘Bağımsız İskoçya’ yanlısı İskoçya Ulusal Partisi, mutlak çoğunlukla kazandı. 129 sandalyeli İskoçya Parlamentosu’nda 67 sandalyeleri var.
Birkaç yıl içinde ayrılıkçı Ulusal Partisi referanduma gidecek ve İskoçya, referandum sonucuna göre ya ‘yetki devri yapılmış’ bir Birleşik Krallık parçası olarak kalacak veya ‘bağımsız’ olacak.

Yeni iktidar partisinin ateşli ayrılıkçı milletvekili Bayan Christine Graham’ı ‘bağımsız İskoçya’dan gayrısı kesmiyor. “Ulus statüsü istiyoruz. Bu, bağımsızlık demektir. Ulus-devletimize sahip olmalıyız” diye konuşuyor.
Beyaz saçlı Bayan Graham, militan mı militan. “Eğer bir halk bağımsızlığa karar vermişse, Allah onu önleyeceklere yardım etsin” sözüyle Londra’ya alaycı bir gönderme yapıyor.

İskoçya Parlamentosu’nda bizimle konuşan ayrılıkçı yeni iktidar partisinin milletvekili Christine Graham ile Liberal Demokrat Parti’den milletvekili Jim Hume, İskoçya, geçmişinin yorumlanması ve gelecek beklentisi konusunda, önümüzde, hararetli bir tartışmaya tutuştular. Jim Hume, “İskoçların durumu ezilmiş bir halk konumu değildir. İskoçlar üzerindeki en son baskı 1745’lerdeydi. Ondan sonra hiçbir şey olmadı” diyor. Ayrılıkçı Ulusal Parti’nin (milliyetçi demek ne kadar belli değil, zira kendisini orta-sol sayıyor) militan bayan milletvekili, “Türkiye’de demokrasi geliştiği ölçüde ayrılıkçılık olmaz şeklindeki yerleşik düşünceyi sarstınız” saptamasına çok ilginç bir açıklamayla karşılık veriyor: “Birleşik Krallık bir ulus değildir. Krallıkların birliğidir. İskoçya’nın bir ulus olduğunu söylüyorsanız, pekâlâ, o takdirde İskoçya, bir ulusun sahip olması gereken yetkilere sahip olmayan bir ulustur.”

Şiddet asla Ak saçlı Bayan Graham’a göre, buna sahip olmak demek, ‘ulus-devlet’ kurmak, yani ‘bağımsız’ olmak demek. “Petrolümüzü, doğalgazımızı, rüzgârlarımızı, sularımızı alıp, çıkıp gideceğiz Birleşik Krallık’tan, ayrılacağız İngiltere’den” demeyi de ihmal etmiyor ama bunun olabileceğine de pek ihtimal vermiyor doğrusu. Sadece istiyor.

İstediğini elde edemezse ‘şiddete başvurulması’ ihtimali var mı? Söz konusu bile değil. İskoçya, şiddete tümüyle kapalı.
Her şeye rağmen İskoçya’nın Kuzey İrlanda’dan temel farkı, ayrılıkçı-bağımsızlıkçıların kesinlikle ‘şiddete karşı’ olmaları. İngiltere ile İskoçya, İskoçya Krallığı ve İngiltere Krallığı’nın birleştiği 1603’e dek sürekli savaşmışlar, sonrası yok. 1707’de İskoçya Parlamentosu lağvedilip, Londra’daki Westminster’e bağlandığı vakit bile şiddet söz konusu olmamış. O nedenle, bizim ‘şiddet’e ilişkin sorularımızı boş bakışlarla dinleyip, ne kastettiğimizi anlamaya çalışıyorlardı.
Çünkü İskoçya, 1998’den itibaren ‘yetki devri’ ile bir tür ‘özerk’ olmadan önce bile, ‘ayrılıkçı bağımsızcılık’ çalışmasının yasağı yokmuş. Hiç olmamış. Şiddet olmadıkça, sorun yok yani. Kuzey İrlanda’dan sonra, benzer konu başlıklarına ilişkin çok farklı usuller, farklı dersler söz konusuydu İskoçya’da. Bir hafta boyunca ciltler dolusu kitap okusak edinemeyeceğimiz gözlemleri, izlenimleri, birinci elden bilgileri edinmiş ve düşünce için aşırı derecede gıdayı almış olarak dönüyoruz Türkiye’ye.

Hep hatırlanacak bir ilk

Türkiye’nin şu döneminde AK Parti, CHP ve BDP’den, yöneticilerinin bilgisi altında böyle bir geziye katılımın en anlamlı yönü ‘simgesel’ yanıydı. 8 milletvekili, sanırım, Londra-Belfast-Edinburgh hattındaki varlıklarıyla Türkiye’de milyonlarca kişinin umutlarını beslemekte olduklarının bilincindeydiler. Bildiğim kadarıyla, böyle bir katılımla, böyle bir dış gezi, Kürt sorunuyla ilişkili olarak bir ‘ilk’ti.
Aralarında gayet dostane, kimi durumlarda sevecen, en azından saygılı ve medeni ilişkiler oluştuğuna, hafta boyu birinci elden tanıklık ettim. Türkiye’de kimse bu Londra-Belfast-Edinburgh turundan acele sonuçlara sıçramayı düşünmesin. Bir hafta boyunca ne kendi aramızda Kürt sorununu tartıştık ne de dinlediklerimizi.

Ama her dinlediğimiz ve yeni öğrendiğimizi hepimiz anında kafalarımızın içinde Türkiye’deki duruma tercüme etmeye çalışıyor, bu öğrenilenlerin Kürt sorununa çözüm açısından da geçerli olabilecek ve hiç olmayacak veçheleri üzerinde, beynimizi harekete geçiriyorduk.. Bu, sadece, bir tanıma, tanışma, dinleme, öğrenme gezisiydi. Yerinde, tanışarak, dinlenerek öğrenilen deneyim, önce bir güzel sindirilecektir. Ve sonra, bir gün, şimdiden görünmeyen, bilinmeyen yararlı ürünlerini Türkiye’ye sunacaktır.
Londra-Belfast-Edinburgh hattında yer alan 18 kişinin her birinin hayatında hep hatırlayacağı bir 6 gün geçti.
Umarım, çok uzak olmayan bir gelecekte, sonuçlarını Türkiye’ye de hatırlatacaklar.

9 comments on “Kürt meselesi: Britanya’dan Dersler

  1. iii ama türkiyedeki terör meselesi ile Britanyadaki yahut İspanyadaki ile bir tutulamaz ki. nasıl bir kıyaslamayla konuyu anlaşılır yapabiliriz? hem aynı zaman da
    “””Burkay’ın övgüye boğduğu İsveç’in 40 yıl içinde, hayvanlara uygulanmasına dahi izin verilmeyen yöntemlerle kısırlaştırdığı 62 bin kişi insan değil miydi!
    “Mükemmel ırk” yaratmak uğruna düşük zekâlıları, sakatları, suçluları, aykırıları, isyankarları yok edebilirsin!..
    Ne “ırkçı” diyen çıkar sana, ne “soykırımcı”, ne “faşist devlet”!
    Nifak tohumu kontenjanından Kürtçüleri besliyorsun ya o yeter kendini aklamana!
    İşte ululanan Kürt aydını tavrı!”(YENİÇAĞ GAZETESİ,SELDAN TAŞÇI 28.07.2011)”
    işte Kemal Burkay ın gelmeden evvel İsveç devletine neden o denli duygusala yakın mektup yazdığının göstergesi. peki biz şimdi nasıl olur da bu insanı sinemize basarız, ya da Britanya ya giden heyeti kabulleniriz. hem özerk devlet yada eyalet sistemi (adı aklıma gelmedi) İMPARATOR devletlerde UYGULANIR ulus devletler de uygulanmaz desek yanlış ta olmaz. neticede ders almaya gittikleri britanya da anayasa da yok geleneklerle devam edip gelen bir krallık şimdi bu durumda oradaki sistem nasıl olur da Türkiye için baz alınabilir?

    • Murat,
      1) Bask ve K.İrlanda sorunları ile Kürt sorunu arasında muazzam benzerlikler var. Zaten bizim meselemizin nihai çözümü de bu iki meselenin çözümlerindeki parametrelerin -tabiki bire bir kopyalanmadan- kullanılmasıyla olacaktır. Bu konuda şu iki kitaba bakabilirsin:
      http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=114126
      http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=465341&sa=87124954
      2) 1930 ve 40’larda uyguladığı bir politikadan dolayı günümüz İsveç’ini karalamak doğru değil. O yıllarda Avrupa devletleri faşistlikte birbirleriyle yarışıyor, biz de mağaralara saklanan vatandaşlarımızı gazlıyorduk.
      3) ABD, İspanya, Almanya, Hindistan ve nicesi federal yapıda ülkeler. Fedaralizm/özerklik ile ulus-devlet arasında doğrudan bir zıtlık yok.
      4) Burkay’ın gelmesi iyidir. İnsanlar hangi siyasi görüşü taşırsa taşısın, şiddeti teşvik etmedikçe sorun olmaz. Bilakis siyasetin her düşünceye açık olması, şiddet yönelimini azaltır ve manasızlaştırır. (Hem sen katılmadığın bir görüşü savunduğu için belirli insanların sınırdışı edilmesine taraftar mısın?)

      • hocam öncelikle o kişinin o görüşü savunmadığından nasıl emin olabileceğiz aynı şeyi ahmet kayaya da diorlardı ama adam pkk için şarkı bile yaptı ben o insanların ırklarına vb. karşıda değilim ama bu kişinin gerçek kimliğini yada yaşantısı bilemeyiz. birde hocam herkes milliyetçiliği reddediyorlar ama görülen şu ki dünyada en yaygınlaşan şey milliyetçilik. birde benim vatandaşım bana taş atıyor benim diğer insanlarımı öldürüyorsa yada devletime halel veriyorsa nasış tepkisiz kalınır ki. hem hocam k.irlanda ve bask ı derslerde işledik baskın ve k.irlanda olayının bizimle aşırı derecede ortak yanını göremedik ki. nasıl kıyaslamadan geçirerek muazzam bir benzerliğe ulaşabildiniz. neticede sizin kadar ii bilemem ama dersler itibariyla o kadar aşırı da benzerlik göremedim…

  2. Hocam, dile getirdiğiniz KONDA, TESEV, BİLGESAM çalışmaları, Britanya Gezisi, Kemal Burkay’ın ‘yurda’ dönüşü, vs. Kürt Meselesi sürecinin siyah-beyaz keskin ve kırılgan zeminden daha esnek ve müzakere edilebilir bir aşamaya evrildiğini gösteriyor bize. Tartışmaların orta vadede “şiddetsiz ayrılıkçılık” yörüngesinde tartışılmasının sağlıklı yol olduğuna katılıyorum. Soğuk Savaş sonunun tecrübesi, 11 Eylül saldırısı ve beraberindeki bir dizi okyanus ötesi operasyonlar ve stratejik konuşlanmaların patlak verdiği küresel ortamdaki yeni dünya düzeni arayışlarında, Kürt/terör meselesinin/açılımının çözümünde yerel perspektifte ne baskın ulusal devletçi söylemin ne de küpüne ve çevresine zarar veren çatışmacı Kürt militarist söylemin önerebileceği sağlıklı bir paradigma mevcut değil. Hatta bu iki marjinal söylem adeta çözümü imkansızlaştıran bir ‘domuz ‘bağı’na benziyor– kendi haline bırakınca küçük bir sorun yumağı gibi görünen, zorladıkça ölüme götüren. Bu noktada, ‘kültürel kimlik tabanlı’, ‘çatışma karşıtı’ ve ‘anti-terörist’ Kürt milliyetçi söylem ve taleplerin de artık çok daha samimi ve derli-toplu bir perspektifte anlaşılması/ele alınması gerekiyor. Elbette Kürt toplumunun bütün tendanslarının çatışmacı/ayrılıkçı söylemin yıpratıcı tutsaklığından kurtulup saha tercihini siyasetten yana kullanması, samimi bir sorgulama ve iç hesaplaşmasıyla kafa karışıklığından uzaklaşması gerekiyor. Stephen Walt, toplumların kendi kimlik ve kültürel değerlerini kendisine yönelen tehditlere karşı korumak için başvurduğu en güçlü motivasyonun/itkinin milliyetçilik olmaya devam edeceğini öngörüyor. (…Nations — because they operate in a competitive and sometimes dangerous world — seek to preserve their identities and cultural values. In many cases, the best way for them to do that is to have their own state, because ethnic or national groups that lack their own state are usually more vulnerable to conquest, absorption, and assimilation.
    http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/07/15/the_enduring_power_of_nationalism).
    Bu anlamda, ‘de-militarize’ kıvamdaki milliyetçi demokratik taleplerin kültürel formda anlaşılması, onaylanması (ve hatta – belki de – teşvik edilmesi!) gerekiyor. Bunun için vehimlerle kurban edilen ve geciktirilen her türlü demokratik, kültürel ve hukuki talep bizi birbirimizden daha da uzaklaştıracak ve üçüncü kişilere davet çıkarmaya devam edecek. Çözüm arayışları sürecinde en radikal seçenekleri dahi tartışmaktan korkmamak, müzakere etmek, Avrupa örneklerinden faydalanmak ve bu şekilde Türkiye’nin yüzyıllardır sadık, mukim ve mütemmim cüz’ü olan Kürtlere sahih bir güven duyulduğunu bu şekilde göstermek gerekiyor. Bu samimi yaklaşım, Kürt toplumunun –oransal olarak azınlıkta kalan- kafası karışık kesimini dönüşüme uğratacak ve çatışmacı unsurları marjinalize edecek en etkili güçtür.

    Özetle, küresel bir aktör olabilmek için Türkiye’nin ‘togetherness’ı gerçekleştiremezse en azından ‘co-existance’ı gerçekleştirebilmesi gerekiyor. Etyen Mahçupyan’ın “bir arada yaşamanın hazzı” diye nitelendirdiği huzur adasına ulaşmak için bu süreçte her kesimin her zamankinden çok daha sahici, samimi ve özverili olması gerekiyor.

    NOT: 2011 Haziran genel seçimi öncesinde AK Parti’nin açıkladığı ‘çılgın projeler’ arasında Şivan Perver, Kemal Burkay gibi sembol isimlere AK Parti bünyesinde milletvekili adayı olmaları şeklinde bir teklif olsaydı, milliyetçi tabandan oy kaybetme pahasına heyecan verici bir ‘açılım’ olurdu.

    • MAB,
      Etraflı katkın için teşekkürler. Güzel bir elaboration olmuş. İki noktayla sınırlandırayım cevabımı.

      Co-existence vurguna katılıyorum. Tarihsel olarak medenilik “birlik” değil “beraberlik” üzerinden inşa edilmiştir. Roma’da da, Endülüs’te de, Osmanlı’da da, Avrupa Birliği’nde de, Medine Anlaşması’nda da medeniliğin temel taşı beraberlik idi zannımca. Birlik daha ziyade faşist ve totaliteryen rejimlerin sığındığı bir ideal.

      Yorumundaki tek katılmadığım kısım son notundu. Burkay’ların AKP’ye katılması ideolojik olarak mümkün de değil önemli de. Türkiye’nin geleceği için önemli olan Türk siyasetinin AKP potasında buluşması değil, temel özgürlüklerin kısıtsız yaşanması ve tüm siyasal düşüncelerin birbirlerine saygılı bir şekilde yan yana varolabilmesi ve adil seçimlerde yarışabilmesi bence.

  3. Merhaba hocam,
    Size şöyle bir itirafta bulunmak istedim yazıyı okuduktan sonra.Niye bilmiyorum ama, özellikle Britanya veya İspanya gibi örneklerle, Türkiye’nin ”Kürt Sorunu” na çözüm arayışları için karşılaştırmalar yapıldığı zaman , benim bu problemin çözümüne ilişkin inancım azalıyor. Bilmiyorum, belki ülkeme karşı çok inançsızım ama birtakım noktalar aşılsa dahi , asıl sorunun insanların birbirine ve kafalarının içindekine karşı bakış açılarını değiştirmemesi olduğunu düşünüyorum.Biz insanı sevme güzelliğine ulaşamadık mı ne? Bir değil on Mevlana çıkmalıydı belki bu topraklardan:)

    Benim için devlet adamlarının yada toplum liderlerinin yada akademisyenlerin bilimsel açıklamaları değil, toplumun bazı gerçeklikleri kabul etmesi ve asıl toplumun sorunun çözümüne ilişkin inancı taşıması önem arz ediyor.Yani şunu demek istiyorum: PKK silahı bıraktıktan sonra, sokaktaki insanın kürt halkına bakışı değişecek mi gerçekten?Ya da hiç tanımadığı bir insanı, sırf kürt olduğu için sopalarla dövebilen bir insan çıkaran bu toplumun, bu ”kürt travması”kolay kolay değişebilecek bir olgu mudur?
    Saatlerce konuşulsun, her iki taraf da masaya otursun, öneriler ortaya konsun olabildiğince mutabakata varılsın ben yine de sorunun çözüleceğine inanmıyorum.Oysa yukarıda Cengiz Çandar’ın anlattıkları gerçekten heyecan verici gelişmeler. Ama ben artık Anadolu’nun bereketinin kaçırıldığına inanıyorum, bu toprakların insanları artık birbirine tahammülsüzken kaç heyet gitsin gelsin, yazının sonunda da belirttiği gibi yazarın, umduğu, çok uzak olmayan gelecek, gelemeyecek bir türlü.
    Çok iç karartıcı oldum sanırım:)

    • Kadriye,
      Samimi itirafın ve katkın için teşekkürler.
      Karamsarlığını anlıyorum ve bir noktaya kadar paylaşıyorum. Maalesef yapılan araştırmalar Türk toplumunun birbirine en az güvenen ve kendinden olmayandan da en çok nefret eden toplumlardan biri olduğunu gösteriyor. Bu da -Kürt meselesi de dahil- tüm toplumsal ve siyasal sorunlarımızın çözümünü zorlaştırıyor. Ama yine de ben uzun vadede ümitvarım; ve Avrupa tecrübesini iyi çalışmamızın hem uzun vadedeki çözümü daha gerçekleşebilir hem de “uzun vade”yi daha kısa kılacağını düşünüyorum.

  4. Öncelikle şunu ifade etmek gerekirse kürt sorunu türkiyenin demokratikleşmesi önündeki en büyük engeldir.Bu sorun, demokratik siyaset içerisinde tartışılmalı ve ortaya çıkacak çözüm her iki tarafıda memnun edecek sonuç anayasa da garanti altına alınmalıdır.Şu bir gerçek ki 30 yıldır uygulanan askeri ve soğuk savaş döneminden kalma stratejiler bir çözüm getirmiyor, aksine sorunu giderek büyüten ve içreisinden çıkılmaz bir hale sürüklüyor.Kürt sorunu etnik bir sorun olmakla birlikte içerisinde bir çok sorunuda barındırmaktadır.Olay bu yönüylede ele alınmalı mutlaka ama mutlaka demokratik bir ortamda şiddeten uzak bir şekilde çözüme kavuşturulmalıdır. İrlanda ve ispanyada yaşanan sorunların türkiyede yaşanan kürt sorunuyla aynı olduğu düşüncesindeyim.İspanya daki ETA sorunu demokratik süreç içerisinde çözülmüş; hatta ve hatta bugün türkiyede kabul edilmez bulunan ve şiddetle eleştirilen BDP lilerin öne sürdüğü fikirlerin daha da fazlasını %90 lara varan bir halk oylamasıyla kabul etmişlerdir.(merak edenler, Akın özçerin “çoğul ispanya” kitabıbına bakabilirler.)Kürt sorununda üç partinin bir araya gelip böyle bir çalışmada ortak hareket etmesi sevindiricidir. Bence bu yaşananlara MHP de dahil olsaydı.Çünkü kürdün haklarını türk savunmadıkça bu sorunun çözümü uzak görükmektedir.Kürt sorunu karşılıklı anlayış ve tüm ırkçı düşüncelerden arınmış günümüz evrensel hukuk ve siyasi normlarına uygun bir şekilde çözülmelidir.Ayrıca şunu da ifade etmekte yara görüyorum bugün türkiye yaşayan kürtlerin büyük çoğunluğunun ayrılmak düşüncesinde olduğu kanatinde değilim.Aman bu kürtler ayrılacaklar vatanı bölecekler safsatası sadace medya ve bazı çıkar çevreleri tarafından kullanılmaktadır. Biran için ayrılacaklarını varsaysak bile o zaman kendini özgürlükçü, sosyalist evrensel insan haklarını savunan insanlar dahi bu durumun karşısında olurlar.Özetle, tüm bu yaşananlar kürt sorunun çözümü açısından tüm partilerin ortaklaşa bir mutakabat ortamı oluşturacağı düşüncesindeyim Kimse bu topraklarda ayrılma fikrine sahip değildir.Amaç herkes için daha fazla özgürlük olmalıdır.

Yorum bırakın